20 Aralık 2012 Perşembe

Stranger in Moscow-2









Moskova’daki ikinci günümüzde yine Kızıl Meydan-Kremlin dolaylarına gitmek üzere yola çıktık. Bu kez amacımız Kremlin Sarayı’nın içini gezmek… Tıpkı bizim Topkapı Sarayı’nda ya da bilumum saraylarda olduğu gibi Hazine, Giyim gibi çeşitli bölümler var ve bu bölümlerin her birine ayrı ayrı giriliyor. Kapılarda hep kuyruk, bol bol turist. Biz sarayın içiyle beraber ayrıca Hazine bölümüne de girdik, yüksek güvenlik önlemleri altında. Geçen iki buçuk yılın ardından, içeride fotoğraf çekmek de yasak olduğu için, aklımda tek kalan pırıl pırıl parlayan safir bir gerdanlıktı ki öyle mücevhere filan düşkün biri değilimdir, varın düşünün orada yatan serveti!


Ardından Kızıl Meydan’da dolaştık. Bir dilek halkası var, St. Basil Kilisesi'nin karşısındaki geçitten geçtikten hemen sonra karşımıza çıkıyor. Oradan arkanıza doğru bozuk para atıyorsunuz ve para çemberin içinde kalırsa dileğiniz kabul oluyor. Buraya kadar enteresan bir durum yok dünyanın her yerinde böyle dilek noktaları var zaten. Ancak fotoğraftaki eflatun trençkotlu kadının elinde altında yapışkan olan bir poşet var ve poşeti yere koyup kaldırınca bu paralar poşete yapışıyor. Biz de gıcıklığına Türk parası 5-10 kuruşları attık!



Ardından Lenin'in anıt mezarını gezdik. Zaman ne kadar akışkan, değişken. Koca bir ülkenin, dünyanın, milyonlarca insanın kaderini değiştiren bir adam şimdi mermer bir mozolenin içinde. Tam karşısında kapitalizmin sembolü markaların olduğu devasa ve ultra lüx bir alışveriş merkezi ile bakışıp duruyorlar.



İşte o alışveriş merkezi de bu.



Ve yorgunluktan bulduğumuz her basamağa, her çıkıntıya, her banka oturduğumuz anlardan biri.




Moskova'ya gitmeden önce bloglarda takip ettiğimiz kadarıyla İsmailova Parkı'nı mutlaka görmelisiniz tavsiyesine uyarak Kızıl Meydan'dan metroya binip birkaç aktarma ile şehrin dışındaki İsmailova Parkı'na ulaştık. Onların parkları bizim orman diyeceğimiz büyüklükte. Ağaçlar devasa, parkın alanı kocaman! Biraz yürüyüp yeşillikler içerisinde dolaşıp ayakkabıları çıkarıp toprağa bastık.




Ardından Arbat Sokağı'na gidip bir keyif molası verdik. Kahve ve bol çikolatalı bir pasta eşliğinde Starbucks'ın koltuklarında yine ayakkabılarımızı çıkarıp bağdaş kurarak dinlendik. Bu arada yanımızdaki masada oturan sevimli ve yaşlı bir Fransız çiftle bol bol sohbet ettik, herhalde bağdaş kurmamızdan kanları kaynadı, "bizim de Türk komşularımız var" diye aldılar ellerine sazı.

Arbat Sokağı'nda Puşkin Evi müzesi bulunuyor. Tarihi bir ev, ahşap dokulu, sanat ve edebiyat kokulu. Yine fotoğraf çekmek yasak. Burayı da gezdikten sonra otele gidip zonklayan ayaklarımızı rahatlatırken şu Rus votkası nedir bunu bir deneyelim dedik.



Otelimizin güzel manzarası eşliğinde Rus votkalarını içtik. Votkaları almaya Selda gitti. Derdini oradaki kadına anlatamamış bir türlü, sonra bir Türk bulmuş onun tavsiyesiyle bir Rus votkası almış. Yanına da karışık meyve suyu, elma suyu filan, Türkiye'den alışkanlıkla, ancak adam ısrarla shot yapın demiş. Odaya geldi, meyve suyuyla votkayı karıştırıp içiyoruz, bir zevk almıyoruz. Sonra madem adam tavsiye etti shot yapalım bakalım dedik, birkaç shotla küçük şişeyi bitirdik. Ardından yattık. Küp gibi uyuyup, zımba gibi uyandık. Hani içki içilen akşamların sabahında baş filan ağrır ya hiç alakası yok, ciltler pırıl pırıl, hiç olmadığımız kadar dinlenmişiz. Rus kızlarının güzellik sırrı anlaşıldı, dedik. Bizdeki votkalar ispirtodan yapıldığı için illaki kolayla, meyve suyuyla tatlandırmak gerekiyormuş ancak votkanın hasında buna gerek yokmuş. İkişer şişe de çantalara atıp Türkiye'ye getirdik.




Ve Moskova'dan ayrılışımız öncesinde otelin önünde bekleme anında çekilen bir fotoğraf. Güzel oteldi, Holiday Inn. Otelin hemen yanında içecek satan bir market var, oradaki sarışın kadın çok suratsız ve ne istediğinizi anlamayınca panik oluyor bilgilerinize!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder