8 Aralık 2013 Pazar

Bir hızlı tren, öğrenci yaşamı, çibörek ve yakın yerler macerası: Eskişehir

Yedi yıl önce üniversiteyi bitirip toy bir müfettiş yardımcısı olarak kendimi Türkiye’nin farklı illerinde bulduğum zamanlarda ilk kez gitmiştim Eskişehir’e. Porsuk Çayı’nın iki kıyısında dizilmiş mekanlar, Ankara’da daha önce karşılaşmadığım bir ortam ve gerçekten özgün gece mekanları ile oradaki günlerimin güzel geçmemesi mümkün değildi zaten!

Şimdi bugüne döndüğümüzde masa başında sabitlenmiş durumdayım ve gitmek hissi de beni sık sık dürtüyor. O yüzden belki, hiçbir şey yapamazsam akşamımı spor salonunda geçireyim derdiyle günlerimi geçiriyorum, sabit kalmak bana göre değil.

Ancak kış gelip bizim bütçe süreçlerine girmemiz dolayısıyla izin kullanma imkânı da kalmayınca, üstelik kışın soğuk havaları, erken kararmaları da işin içine katılınca hareket kabiliyetinin kısıtlanması, gitme isteğimi katlıyor. İşte tüm bunlar kaşıntı misali “nereye gitsem” aranmalarının başlangıç noktası oluyor ve “bari yakın bir yerlere gidelim” ile sonuçlanıyor (en azından) J



Geçen Pazar sabahın erken saatinde kendimizi hızlı trende bularak başladık maceramıza. Business class’ta birkaç liralık farkla son derece konforlu bir seyahat geçirip yine erken saatte attık kendimizi Eskişehir’in sokaklarına.

Niyetimiz kahvaltıyla başlamaktı ama trendeki sandviç bizi ziyadesiyle tok tuttuğundan önce zamanında teftiş yaptığım şubeyi, civarında alışveriş yaptığım marketi, ayakkabı ve kestane şekeri aldığım dükkanları Mr. Balmy’e gösterip ardından meşhur Papağan Çiğbörek’i de tanıttıktan sonra Porsuk kenarındaki Hatır Kahvesi’nde sabah kahvemizi içmeye karar verdik. Eskişehir Ankara ve İstanbul’dan sonra size çooookkk ucuz gelecek haberiniz olsun!

Kahvenin ardından 4square’i açıp Odunpazarı’nın yolunu tuttuk, çok uzun sayılmayacak bir yürüyüşün ardından tarihi Odunpazarı evlerinin arasında bulduk kendimizi. Sokaklarda dolaştık, ruhu yakalamaya çalıştık. Sonra karnımız acıkmaya başlayınca çibörek yemek gerek diyerek yine 4square’den Odunpazarı civarında çibörek yenilecek mekanları araştırıp Kırım Tatar Kültür Evi’nin doğru adres olduğuna kanaat getirdik. Tarihi caminin önünden sola dönüşte nefis acı biber ve yaprak sarması eşliğinde çibörekleri yiyip tavsiye üzerine bir porsiyon samsa tatlısını da Mr. Balmy ile paylaştık.



Tam yemeği yiyip kalkmak üzereyken çocukluk arkadaşımdan bir mesaj geliyor, “ben de senin yakınlarındayım, arasana beni.” Taylan, çocukluk arkadaşım, Ankara’da yaşıyor, Eskişehir’de okumuştu, haftasonu için üniversite buluşması yapmak üzere Eskişehir’e gelmiş, caminin içindeki el sanatları dükkânlarını geziyormuş. İki dakikalık mesafe var aramızda!


Hemen Külliye’nin içine giriyoruz. Lületaşı müzesi, ebru, lületaşından takılar gibi çeşitli el sanatları ürünleri satılan minik dükkânlar ve kubbe altında tasavvuf müziği korosu çalışmaları var burada. Taylan’dan Eskişehir tavsiyelerini alıyorum. Sonra kendime lületaşından bir kolye ve minik bir küpe alıp biraz tasavvuf korosunu dinliyoruz, lületaşı müzesini de gezdikten sonra Odunpazarı sokaklarında dolaşıyoruz ve tarihi Osmanlı macunu bulup birbirimize ısmarlıyoruz.


Ardından tavsiye üzerine Sazova Kültür ve Bilim Parkı’nın yolunu tutuyoruz. Burası Türkiye için gerçekten büyük ve önemli bir merkez olmuş. Fizik deneylerinin, uzay müzesinin bulunduğu, dev bir havuz, kafelerin yer aldığı bir komplex. Bir yanda Kristof Kolomb’un gemisi var, diğer yanda Disneyland Şatosu’nun birebir aynısı. Bence Eskişehirlilere verilmiş güzel bir armağan, nefes noktası olmuş ayrıca öğrenciler için fizik kurallarını cümleler ve formüllerle öğretmek yerine deneylerle göstermek açısından da harika bir yer. Parkın çevresinde dolaşan küçük bir tren de var, parkta turladıktan sonra trene binip bir tur atıp parktaki gezimizi noktalıyoruz.


Parkın ana girişinin karşısından dolmuşa binip yeniden şehir merkezine gidiyoruz. Bir şehirdeki son birkaç saat en iyi nasıl geçirilirse biz de onu yapıyoruz. Barlar Sokağı’na kendimizi atıp Los Amigos’ta bira patates ikilisinin kollarına bırakıyoruz kendimizi. Tam o esnada spor hocam İnci’den mesaj geliyor, “ye onları sen ye, ben de gelince seni yiyeceğim.” Midem kasılıyor o anda. Tamam yarın pazartesi, yarın diyete kaldığım yerden devam diyerek kendimi rahatlatıyorum.


biranın ardından istasyona doğru yollanıyoruz. Yorgunluk, soğuk, çakırkeyif hallerle trende yanaklarımız yana yana Ankara’ya varıyoruz, erkenden sızıp kalıyoruz.