1 Mart 2016 Salı

Rio de Janeiro: Olmazsa olmazlar

Rio de Janeiro yeryüzünün mucizelerini fark etmek için en doğru noktalardan biri. Bir sürü tepe, o tepelerden görünen muhteşem manzaralar, Atlantik Okyanusu'nun sunduğu nimetler, sıcak iklim, toprak kokusunun bağımlılık yaptığı orman... 

Bu yazımda Rio de Janeiro şehrinin olmazsa olmazlarından bahsedeceğim.

Copacabana Plajı


Upuzun ve geniş bir plaj, dev dalgalı okyanus, sahilin hemen kenarında şehre özgü taşlarıyla devasa yürüyüş yolu... Rio de Janeiro'da en çok neden keyif aldın deseler, bu sahilde iptidai şartlarda oturup ev yapımı "caipirinha"mı yudumlarken sahildeki insan profilini izlemekten derim.



Burası dünyaca ünlü bir plaj. Ama öyle bizdeki adım atmaya para alınan "beach"ler gibi hiç değil, plajda sadece minik büfeler var. Yatırmak için birkaç kez düşme tehlikesi geçireceğiniz piknik sandalyesi ve şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Ayrıca atıştırmalık bir şeyler, hindistancevizi suyu ya da bölgeye özgü kokteyller satılıyor. 


Okyanusa girip kulaç atmak mümkün değil çünkü dalgalar kocaman ve ilerlemenize izin vermiyor. Denizde sadece sörf yapabilir ya da dalgalarla oynayabilirsiniz. Çoluk çocuk plaja eğlenmeye gelen de var, bizim gibi turist tayfası da, oranın yerel gençleri de! Riolular spor meraklısı tipler, o yüzden bizim gibi saatlerce oturmak yerine ya futbol ya voleybol oynuyorlar, sahil eğlenceleri bu. 






Ve en çok eğlendiğim kısım ise bu: Burası her gün yüzbinlerce liranın döndüğü kocaman bir pazar! Seyyar satıcılar ellerinde mallarıyla dolaşıyor. Şişte karides, tropik meyveli kokteyller, tripod şeklinde selfie sopası, bikini, şapka, elbise, güneş gözlüğü satanı, mangalıyla gezip muz kızartanı... Bir şey ile ilgilendiğinizde hemen fiyat kuma yazılıyor, siz fiyatı beğenmezseniz silip kendi istediğiniz fiyatı yazıyorsunuz. Böylece İngilizce bilmeyen satıcılarla çatır çatır pazarlık yapabiliyorsunuz! Bu şehirde, Copacabana'ya gelip ilginç satıcıları, futbol oynayanları, dalgalarla oynayan çocukları izleyerek bile günler geçirebilirsiniz!

Corcovado-İsa Heykeli




Rio de Janeiro'nun simgesi, kendi dalında dünya harikalarından birisi olan kollarını Kudüs'e doğru açmış dev İsa Heykeli'ne gitmek için Copacabana'nın arka caddesinden otobüse binip daha sonra teleferikle Corcovado tepesine çıkıyoruz. Heykel çok heybetli, manzarası şahane! Turist kalabalığı ise korkunç, birkaç kare fotoğraf, bir kahve molası, biraz manzarayı seyir yeterli olacaktır. Fazla turistik olsa da görmeden dönmek olmazdı.

Sugar Loaf










Rio de Janiero'nun somun ekmeğe benzemesi nedeniyle Sugar Loaf adını verdikleri bu manzaralı tepesinde günbatımını izlemek son derece standart bir turist aktivitesi olsa da, olmazsa olmaz! Otobüsten sonra teleferikle bu ilginç tepeye ulaşıp günü batırana kadar orada vakit geçirebilir, isterseniz bir şeyler atıştırabilirsiniz.

Tijuica Yağmur Ormanı







Sömürgeden kurtulan Brezilya'nın en önemli gelir kaynaklarından biri kahve olunca şehirdeki birçok orman tahrip edilerek her yerde kahve yetiştirilmeye başlanmış ve 1920'li yıllarda şehirde büyük bir kuraklık ve susuzluk ortaya çıkmış, o zamanki yöneticilerin aldığı kararla Rio de Janeiro'da bir orman oluşturulmasına karar verilmiş. Tijuica 30 yıl gibi bir sürede şimdiki haline gelmiş ve insan yapımı olduğuna inanamayacağınız kadar büyük ve ekolojik çeşitliliği bir hayli fazla bir yağmur ormanı olmuş. Tijuica'ya yerel tur şirketleriyle yarım günlük bir jungle gezisi yapabilirsiniz. Üstü açık kamyonetlerle gidilen bir turist aktivitesi olarak gezide biraz zorlu orman yürüyüşü filan umsam da pek öyle maceralı bir yolculuk sayılmaz ama aldığımız ağaç ve toprak kokuları şehrin ortasında Amazon'u hissetirdi.

Alışveriş ve Pazarlar













Doğal taşların, parmak arası terliğin, incik boncuk, bijuterinin ve kahvenin diyarındasınız! Alacaklarınız belli. Bunları alacağınız en güzel yerlerse sokaklardaki seyyar tezgahlar, her akşam Copacabana caddesinin ortasına kurulan pazarlar ve en azından harika kareler yakalamak için pazar günü Ipanema'da kurulan pazar. Bir şeyler almak isterseniz Copacabana'daki tezgahlarda fiyatlar daha uygun.

Veee Spor







Bütün şehir durmadan spor yapıyor! Uyku tutmayıp camdan baktığımda sabahın 4'ünde sahilde koşan insanlar görüyorum. Küçücük balkonda iş öncesi spinning yapanlar, sahilde yayılmak yerine futbol, voleybol oynayanlar, gece maçı yapan kız futbol takımları, öğlen 40 derece sıcakta koşanlar, güneşin altında egzersiz yapanlar... Bu da bir kültür. Şehri boydan boya dolaşan enfes bisiklet yolları, koşu yolları ve otobüs istasyonu gibi crossfit istasyonları kurulmuş. Burada en tembel insan bile mutlaka spor yapar. Ben ki spor delisiyim, hiç spor yapmıyormuşum gibi hissettim. Bunun en son noktası da Blue Lagoon'da öğlen sıcağının altında spinning ve karın dersi yapanları görmem oldu! Bizde niye yok diye kıskandım, takdir ettim, gaza geldim!


25 Şubat 2016 Perşembe

Rio de Janeiro şehir merkezinden bildiriyorum!



Tüm yazı Eylül ayını beklemekle geçirdikten sonra günlük güneşlik Ankara'dan fırtınalı İstanbul'a iniyoruz. O kadar heyecanlı, o kadar sabırsızız ki, dünya umurumuzda değil... Geniş geniş duty free mağazalarını geziyoruz, kahve, çay derken, biraya geçiyoruz ve check-in için sıraya girdiğimizde acı gerçekle yüzleşiyoruz: Tüm Avrupa fırtınadan nasibini almış, o gün birkaç saat içinde 38 uçuş iptal edilmiş, rötorlar normalleşmiş ve bizim Roma'dan Sao Paulo aktarma uçağımıza yetişme ihtimalimiz çok zayıf... "Sizi yarın uçuralım" diyorlar. İlk tercihimiz bu değil tabi... Çünkü bizim Sao Paulo'dan sonra 4 saatlik Manaus uçuşumuz da kaçmış olacak böylece.

Son raddeye kadar şartları zorlayıp yapacak bir şey olmadığını görünce epey yorulmuş olarak İstanbul'da bir otele yerleşiyoruz. Ne kendimi hırpalıyorum, ne kavga çıkarıyorum. Ne yapalım kısmet değilmiş, buluruz bir yolunu deyip otelde uzun bir duş alıp kitabıma gömülüyorum. Önemli olan Güney Amerika'ya adım atmak sonrasını bir şekilde hallederiz nasılsa, diye düşünüyorum.

Ertesi gün sorunsuz bir şekilde 16 saatlik yoldan sonra Sao Paulo'dayız. Gitmek istediğimiz Manaus kıtanın öbür ucunda, 4 saatlik uçuşla ulaşılan Amazon ormanlarının kalbinde bir şehir. Oraya gideceğimiz için sarı humma aşısı olmuşuz, özel kıyafetler, ilaçlar, solüsyonlar taşımışız. Doğadaki sıradan bir ağaca bile şaşıran, hayran kalan benim, en çok orada olmayı hayal ettiğimi tahmin etmek zor değil. Ancak oraya bir gidiş bileti almamız tüm seyahat için ayırdığımız kadar bir parayı da gözden çıkarmamız demek, bir de seyahat programımızı sıkıştırıp koşturmak gerekecek.

O zaman "kısmet değilmiş" ne demek, onu anlıyorum. Olmayanı zorlamamayı nasıl öğrendiğimi, ortama hemen uyum sağlayıp aklıma hiç gelmemiş bir B Planını ivedilikle uygulamaya geçirdiğimi, kendimi germemeyi ne de güzel öğrendiğimi fark edip şaşırıyorum, seviniyorum. Buraya gezmeye, eğlenmeye, iyi zaman geçirmeye gelmişim, iple çekmişim. Şimdi bir aksilik başa geldi diye geri kalan zamanımı kendime zindan edecek değilim.


Biz de Rio de Janeiro'ya gidip orada geniş geniş zaman geçirelim diyoruz. Öğlen Rio de Janeiro'dayız. Copacabana'da dört yıldızlı Olinda Rio Hotel'in okyanusu gören bir odasına yerleşiyoruz. Jet lag etkisini hafifletmek için biraz dinleniyoruz sonra bir şeyler atıştırmak ve keşif için çıkıp bir şeyler yiyoruz. Ama günü uzatmak mümkün değil!

Ertesi gün Rio de Janeiro'nun merkezinde dolaşıyoruz. Şehir merkezi, gezip görme meraklılarına çok farklı bir şey sunmuyor. Bir Portekiz sömürgesi iken 150 yıl önce bağımsızlığa kavuşmuş bir ülkede, 150 yılda tarih ne biriktirirse o kadarı var. Copacabana'nın arka caddesinden metroya binip Cinelandia istasyonunda inip tiyatro binasını, parlamento binasını, milli müzeyi görüyoruz dışarıdan.



Ardından hayatımda gördüğüm en ilginç katedralde alıyoruz soluğu: Catedral de Sao Sebastiao. Konik şeklindeki bu yapının içi de dışı da bir hayli ilginç. Mazisi de tabi ki oldukça yeni.




Şehirde yürüyerek ilerlerken 1800'lü yılların mimarisi birkaç ev, yapı karşımıza çıkıyor. Ve sonraki durağımız parlamento binası oluyor. Parlamento binasında istediğiniz an sizi gezdirip rehberlik yapıyorlar. Sokaklarda ise satırla kafası uçurulan hindistancevizinin suyunu içerek serinleyebilirsiniz.





Şehir merkezindeki yürüyüşle devam ettirdiğimiz turumuzda bir sonraki durak Lapa oluyor. Rio de Janiero yazılarında sıkça rastlayacağınız favelalara burada kısaca değinip sonra konuyu kapatacağım. Favelalar, Rio de Janeiro'nun gecekondu mahalleleri. Kendi içlerinde kapalı yaşayan bu topluluklar başta uyuşturucu olmak üzere pek çok suçla iç içe geçmiş, polisin bile müdahale edemediği mahalleler. Kesinlikle oralara tek başınıza gitmeyin uyarılarının yanında meraklısı da çok ki favelalara turistik geziler de düzenleniyormuş. Türkiye'de yaşayan bizlere ise orijinal hiçbir şey vaat etmiyor favelalar. Nihayetinde Ankara'da İstanbul'da en lüks semtlerin, ultra lüks evlerinin arka balkonu genellikle bizlerin "favela"larına komşudur. O yüzden Brezilya favelaları da hiç ilgimimizi çekmedi.


Lapa'da sanat galerilerinin bulunduğu Selaron Merdivenlerine ilerlerken olayın boyutunu daha iyi anladım sadece. Bu kenar mahallelerin kıyısından geçerken gündüz gözüne, sokağın ortasında beş zenci oturmuş kokain çekiyordu. Daha sonra yine zaman zaman kıyısından köşesinden döndüğümüz bu mahallelerin biz Türklere hiçbir şey ifade etmeyeceğini bir kez daha vurgulayıp macera aramaya gerek yok diyerek konuyu kapatıyorum.








Selaron merdivenlerine geldiğimizdeyse son derece renkli, zevkli bir sanat sokağı ile karşılaşıyorsunuz. Seramik sanatçısı Selaron'un kendi evinin önünde başlattığı seramik döşeme, daha sonra tüm komşuların talebiyle sokağı kaplamış ve bir renk cümbüşüne dönüşmüş.





Selaron merdivenlerinin ardından yukarı doğru tırmanıp Sugar Loaf manzaralı Santa Teresa'yı ziyaret etmeden olmazdı. Burası da sanat galerilerinin devam ettiği, ünlü bir sarı tramvayın yokuşunu tırmanmak istemeyenlere seferler düzenlediği, orijinal hediyelik eşyaların satıldığı şirin bir bölge.





Santa Teresa'da bir cafede epey uzun bir süre oturup sohbet ediyoruz. Ağaç gövdesinde çıkan orkideden, cafenin zevkli döşemesine, nefis Brezilya birasına ve hafif ve lezzetli sandviçine bayılıyoruz.



Son istikametimiz ise bir futbol cennetinde olmamız da nedeniyle Pele'nin esip geçtiği Maracana Stadı. Statta Mr. Balmy zaman geçirirken ben dışarıda oyalanıyorum, aldığım duyumlara göre ise Barcelona'nın müzesinin yanında çok sönük kaldığını da öğreniyorum.

Sonra Olinda Rio Hotel'e dönüyoruz. Jet lag etkisi geçmek bilmiyor, akşam saat 6 ama biz gece yarısı gibi hissediyoruz.