24 Ekim 2012 Çarşamba

Anlatacak çok şey var: Mesela Balili taksiciler...

Neredeyse tek geçim kaynağı turizm olan bu adada inanılmaz derece turist fırsatçılığı ve tacizi söz konusu. Daha önce de belirttiğim gibi ada sanıldığı kadar küçük bir yer değil, bir yere gitmek için ya çok çok tehlikeli olan mobilet kiralama yoluna başvuracaksınız ya da taksiye bineceksiniz. Taksiye bindiğiniz anda soru yağmuru başlıyor “ne zaman geldiniz, ne zaman döneceksiniz, şuraya gittiniz mi, buraya gittiniz mi, masaj yaptırdınız mı…” Siz de yabancı sempatikliği ile cevaplar veriyorsunuz, örneğin “masaj yaptırmadım” demiş bulunun hemen bir sürü broşür çıkıyor “burada masaj yaptırabilirsiniz, şu kadar indirim var” diyor taksici ya da size sormadan bir alışveriş merkezinin içine kadar sokuyor, burada gez, alışveriş yap diye. Hiç olmadı “yarın sizi 400,000 rupiah karşılığında 12 saat gezdireyim” diyorlar. Aslında cazip bir teklif gibi geliyor, tüm gün boyunca özel araba ve şoför eşliğinde istediğiniz yere yaklaşık 40 dolara gideceğinizi sanıyorsunuz. Ancak bunu tecrübe etmediysem de, tahmin etmek hiç zor değil, tüm gününüz adamın belirlediği rotada, onun anlaşmalı olduğu kahve, ahşap ve gümüş işçiliği atölyelerinde alışverişe zorlanarak geçiyor, gitmek istediğiniz yere ise kah trafiği bahane ederek, kah başka katakullilerle götürmüyorlar.


İlk gün Jim Baran’a gitmek üzere otelin lobisinden çağırdığımız taksi, daha otelin kapısından çıkar çıkmaz arabayı yolun kenarına çekip çekmecesinden broşürleri çıkardı. Masaj salonları, rafting turları, restoran broşürleri… “Tamam bakarız, gidelim” dedikçe dinlemiyor, devam ediyor anlatmaya, şöyle indirim var, böyle indirim var diye. Neyse biz tamam ilgilenmiyoruz, Jim Baran’a diyince, Jim Baran’da anlaşmalı olduğu restoranın içine kadar soktu bizi. Dellenmemek işten değil!

Başka bir tanesi ile üç yere gitmek üzere anlaşma yaptık, adam yolda önce alışveriş merkezlerine oraya buraya bizi zorla sokup ardından çok trafik var yetişemeyiz bahanesiyle sadece bir yere götürdü.

En iyisi bindiğiniz takside sordukları her soruya gittik, yaptık, denedik diye cevap verip zaten bugün son günümüz diye konuşmayı kesmeniz. Benden söylemesi…

18 Eylül, Jim Baran ve Bali Masajı

Otele yerleşir yerleşmez, üzerimizi değiştirip kendimizi Hint Okyanusu’nun kıyısına attık. Biraz deniz, güneş, kum ve topladığımız broşürleri ve internet araştırmalarımızı inceleme sonrası akşam yemeği için Jim Baran’da deniz ürünü yiyip gün batımını izlemeye karar verdik.











Jim Baran okyanus kıyısında gel git sonrası okyanusun çekilmesi ile güzel bir günbatımı keyfi yaşatan bir bölge. Sadece deniz kıyısı boyunca restoranlar bulunuyor ve kumların üzerinde okyanus üzerinden batan güneşi izleyerek romantik bir akşam yemeği yemiş oluyorsunuz.

Otelin lobisinden taksiye binmek istediğimizi söylediğimizde tarifelerini açarak 100,000 rupiah verip Jim Baran’a gidebileceğimizi söylediler. Bindik taksiye… Taksilerle ilgili ayrı bir yazı yazmam gerektiğini düşündüğüm için ben Jim Baran’daki yemeğe gelmek istiyorum.



Taksici bizi anlaşmalı olduğu restoranın içine kadar bıraktıktan ve bizim de bu emr-i vaki hoşumuza gitmediğinden restorandan çıktık, oranın çalışanı da “ama taksici sizi buraya getirdi” gibi bir laf etti. Sanki zorundaymışız gibi! Sahile inip günbatımını izledik biraz, sağı solu izledik sonra da gözümüze kestirdiğimiz bir restorana girip oturduk. İsmi Blue Marlin olan bu restoranda taze deniz ürününü seçiyorsunuz onlar pişirip getiriyorlar. Biz jumbo karides, ahtapot ve yengeç seçip ızgarada pişirmelerini istedik. Herhangi bir kazıklanma ihtimaline karşı fiyatını sorduğumuzda 550,000 rupiah gibi bir fiyat söylediler. Uygun bulduk, oturduk Bali’nin güzel birası Bintang eşliğinde ve öncesinde gelen çorba, salata, baharatlı ezmeler eşliğinde yemeğimizi yiyip günbatımını izledik. Yemeğe gerçekten diyecek söz yok, o jumbo karidesler tavuk butu gibi, insanın ağzına dolu dolu geliyor, bizim yediğimiz kabuktan ibaret böceğimsi şeylerle alakası yok!

Jim Baran’da güneş battıktan sonra her restoranda Bali’ye özgü geleneksel şov ve dansların yapıldığı bir gösteri başlıyor. Sürekli “çın çın” ses çıkaran o müzik birkaç hafta kulaklarımdan gitmedi açıkçası, bir de üzerine koca koca hoparlörlerle gösteriyi sunmaları tuz biber oldu, nerede kaldı o romantik günbatımı?

Biz de yemek sonrası otele dönmeye karar verdik ve işte Bali’ye hoşgeldiniz, hesap 890,000 rupiah geldi. %21 vergi ve servis ücreti eklenmiş hali! Kuzu kuzu ödeyip taksi parasını da zar zor denkleştirip otele döndük.

İlk gün acemiliğimize geldiği için gerek taksi, gerekse yemek açısından kazıklandığımız bir gün oldu, ilerleyen günlerde aşağıda verdiğim tavsiyelere uyarak biraz daha rahat hareket edebildik.

Önemli tavsiye, Bali’ye gidecekler, kesinlikle ve kesinlikle taksiye binerken önceden net olarak nereye gitmek istediğinizi söyleyin ve kaç para ödeyeceğinizi netleştirin, yolda şu var, bu var, güzel yer, bence mutlaka görmelisiniz önerilerini muhakkak geri çevirin, restorana girdiğinizde ben şunları, şunları istiyorum servis ve vergi ile ne kadar öderim diye muhakkak konuşun. Mutlaka pazarlık etmenin yollarını arayın.




İlk gece, uzun uçak yolculuğu sonrası kazıklanmanın moral bozukluğunu otelin spasında Bali masajı yaptırarak attım. Otelde kalanlara %40 indirim vardı ve yaklaşık olarak 350,000 rupiah ödedim.

17-18 Eylül, İstanbul - Kuala Lumpur - Bali





Balayı için istikamet Bali Adası. Uzun, upuzun ve yorucu bir yolculuğa hazır olun.


İstanbul’dan öğleden sonra 3 gibi uçağımız kalkıyor, Malaysia Havayolları ile uçuyoruz. Bali’ye gitmek için birkaç seçenek var. Singapore Havayolları ve THY bunlardan birkaçı. Ancak tur operatörümüzün verdiği bilgi doğrultusunda diyebilirim ki, hepsinin uçakları ve ikramları birbiriyle aynı, hatta fiyatlar bile hemen hemen aynı düzeyde. Biz bilet aldığımız tarihte daha ucuz olduğu için Malaysia Havayollarını tercih ettik ancak bir 15 gün önce almış olsaydık Singapore Havayolları ile uçacaktık.

Önce yaklaşık 11 saatlik uçuşla Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’a gittik, ardından 2 saatlik bir aktarma beklemesi sonrası Bali’nin merkezi Denpasar’a hareket ettik.

Sonuç olarak yerel saatle öğlen 12’de Bali’ye indik. Yerel saat Türkiye’den 5 saat ileride.

Giderken yanımızda dolar götürdük, 1 dolar yaklaşık olarak 9500 rupiah ediyor.

Biz tur operatörümüzle 5 gece, 6 gün otel+uçak ve havaalanı transferi olarak anlaşma yapmıştık. Toplamda iki kişi için 5100 tl ödedik. Ülkeye girerken kişi başı 25 dolar vize ücreti, çıkarken de 150,000 rupiah vergi ödüyorsunuz.

Havaalanına iner inmez ilk dikkatimizi çeken içinde Bali haritalarının, gezilecek, görülecek yerlerin ve yerel tur şirketlerinin reklamlarının bulunduğu standların olması. Başta güzel gelse de sonradan aslında daha ülkeye girerken başa geleceklerin sinyali verilmiş diye düşünüyorsunuz.

Anlaşmamız üzerine Reno isimli refakatçimiz ve özel şoförümüz bizi alıp otele bıraktılar. İlk izlenimler her yer Hindu tapınağı dolu! Giydirilmiş heykeller, tütsülü acayip bir koku (ayak kokusu gibi), tanrılara sunulan yemek mahiyetinde her yerde süslenip püslenmiş tabaklar. Hatta bu tabakların yönü farklı şeyleri temsil ediyor ve o yöne belli bir yiyeceği koyuyorlarmış.



Reno otele kadar bize ufak ufak bilgiler verip elimize tur broşürlerini tutuşturdu ve tam günlük bir geziden söz etti. Biz de ertesi gün bu geziye katılmaya karar verip sözleştik.


23 Ekim 2012 Salı

Sırça Tuzak ve Şeytanın İflası



Bazıları çok önyargıyla yaklaşıp aman kadın kitapları yazıyor dese de ben Nermin Bezmen kitaplarını çok severim. Kendisine de ayrı bir sempatim vardır hatta. Bilirsiniz sosyete, cemiyet hayatı deyince ne iş yapıp da bu kadar para kazanırlar gibi bir algı oluşuyor. Nermin Bezmen o camiadan ama o camia insanlarından çok farklı... Okuyan, yazan, çizen, bir sürü meşguliyetleri olan ve bunları çevresine yansıtan yani sadece kendine yaşamayanlardan.
Nermin Bezmen'in okuduğum ilk kitabı Kurt Seyt ve Shura olmuştu, hemen ardında da devamı niteliğinde Kurt Seyt ve Murka'yı okudum. Gerçekten beni derinden etkileyen, okuduğum süre boyunca çok sevdiğim ve bittiğinde okuma sürecinin güzelliğinden sonundan zevk alamadığım kitaplardı.
Daha sonra Sır isimli kitapla bu ilgi devam etti.
Hep kendi hayatından kesitleri yazıyor Nermin Bezmen. Bu bile aslında ne kadar cesaretli bir kadın olduğunu, ne kadar hesapsız yaşadığını, yazdığını gösteriyor.
Ve işte bu yaz 4 günlük deniz maceramda ilk kitabı, sonra balayına giderken uzun uçak yolculuğum ve aktarma beklemelerimde de ikinci kitabı zevkle okudum.
Sırça Tuzak ve Sırça Tuzak 2 mahiyetindeki Şeytanın İflası kitapları bir zamanlar haber bültenlerinde adlarını sık sık duyduğumuz Bezmen ailesine Halil Bezmen'in yaptıklarını anlatan ancak bunu romansı-masalsı bir havaya sokan bir hikaye. Selçuk Vardar aileyi mahveden, kendi hırslarına, ihtiraslarına yenik pür kötü bir karakter olarak karşımıza çıkıyor, Berke Vardar ise kendinden çok başkalarını düşünen, fedakar pür iyi karakter olarak çıkıyor. Gerçek hayattaki insanların bire bir karşılıklarını romanda bulmak mümkün.
Akıcı, sürükleyici, güzel betimlemeler ve karakter oluşumlarıyla rahatlıkla okunan ve merak uyandıran bu serinin tek kötü yanı pek çok merak edilenle bitmiş olması.
Bu da üç ihtimali akla getiriyor ya bu serinin üçüncü bir kitabı var, ki aslında ana hikayenin sonu getirilmiş olsa da, bazı yan karakterler ve bazı olaylarla ilgili havada kalmışlık hissi devam ediyor, ya yazar iki kitap arasında hayli uzun zaman bıraktığı için bazı şeyleri atlamış olabilir, ya da aileyle ilgili bazı konuları fazla ifşa etmemek adına yarım bırakılmış olabilir.

Tüm bu yarım kalmışlığa rağmen insanı saran, içine alan, merak uyandıran bu kitaplar okumaya değer. Kurt Seyt serisi kadar sarsıcı olmasa da insan zihnini boşaltıp uzaklaştıran kitaplardan...

22 Ekim 2012 Pazartesi

Nefes Terapisi ya da daha bilimsel adıyla: Transformal Nefes

Cumartesi günü değişik bir tecrübe yaşadım. Hayatımda görmediğim bir yeri görmek, bilmediğim bir şeyi öğrenmek, tatmadığım bir tecrübe yaşamak hep bana müthiş bir tatmin yaşatıyor, hep şöyle bir his geliyor bunları yaptığımda: "Hoooooppp bu da sepete:!" Tabi haddimi bilmezlik etmeyeyim her şeyi öğreniyorum, yaladım yuttum, koydum kenara demiyorum. Ama çabuk sıkılan bir koç burcu insanı olarak ucundan kıyısından bir şeyleri tadıp sonrasında zamanı geldiğinde o işe dalmak ya da "ya gerek yok" diyip başka şeylere yönelmek gibi huylarım var. Neymiş, ne değilmiş bir görüp hayatımdaki yerine ve bir daha karşılaşıp karşılaşmayacağımıza karar veriyorum.


Transformal nefes terapisi de iş yerimdeki arkadaşlarımın iki hafta boyunca durmaksızın "şöyle etkileri oldu, böyle etkileri oldu, hayatımızı değiştiriyor" söylemleri doğrultusunda merakımı uyandırdı. Haddimi aşmadan ne olduğunu anlatmaya çalışırsam, doğru nefes alıp vermeyi öğreterek yapılan seansta bir nevi hipnoz haliyle bilinçaltının temizlendiği ve böylece hayata bakış açısının değiştiği söyleniyor. Aslında fiziksel ve ruhsal pek çok olumlu etkileri olduğu bilinen bir şey, doğru nefesle vücudumuza daha fazla oksijen alarak hücre yenilenmesine yardımcı oluyoruz; öte yandan sinirlenen, kızan, üzülen insanların "nefes alamıyorum, nefesim kesildi, bir nefes alayım" cümleleri de tesadüfen kurulmuş olamaz... Mesela spor esnasında doğru nefes alımının sporun etkisini katbekat artırdığı da bilinen bir gerçek.

İşte arkadaşlarımın sabah, öğle, akşam anlattıkları yahu neymiş bu mucizevi şey hissini uyandırdı ve cumartesi sabahı düştük yola.

Öncelikle bir saat kadar nefes-transformal nefes ile ilgili slaytlarla açıklamalar yapılıyor, eğitmenler kendi hayatlarının mucizesini anlatıyor, "hayatım şöyle kötüydü, böyle kötüydü nefesle tanıştım her şey muhteşem oldu" diye. Örnek olarak birine kısa bir nefes terapisi seansı yapılarak nasıl bir şey olduğu gösteriliyor. Açıkçası o seansı izleyince korkmamak elde değil, "ben yapmayayım" diye bile düşünüyor insan.

Daha sonra kısa bir aradan sonra seansa geçiyoruz. Yerlere mat'ler atılmış yastıklar, herkes bir yere uzanıyor, birbirini tanıyan insanlar genelde yan yana konulmuyor. Bir nefes alıp verme cd'si eşliğinde siz de nefes alıp vermeye başlıyorsunuz, ağzınıza bir pet şişenin kesilmiş ağızlığı sokuluyor, isteyenler uyku bandıyla gözlerini kapatıyorlar.

Seans öncesi eğitmen eşliğinde bir olumlama yapıyorsunuz, hayatınıza neyi çekmek istediğinize karar veriyorsunuz. Benim belki olumlamamla ilgili bir sorunum oldu, bilemeyeceğim. Hayatımın dingin bir döneminde olmam nedeniyle kafamda bir şeyle zaten gitmedim, orada da belki ana başlıklardan kötü olmayan ama diğerlerine göre bir level aşağıda sayılacak bir kategoriyi seçtim ama bunun eksikliğiyle ilgili hayatımda herhangi bir sıkıntım yok. Dolayısıyla ben seansa çok konsantre olamadım ve sonrasında da üzerimdeki etkileri çok olmadı.

Seans başladığında eğitmen eşliğinde nefes alıp vermeye başlıyorsunuz ancak bu öyle kolay bir şey değil, karnınıza, göğsünüze nefes alıp vermek zorundasınız. Tıpkı çakralar gibi elleriyle bastırdıkları belli vücut bölgelerinin nefes alıp almadığını kontrol ederek bilinç altına iniyorlar. Örneğin kalbine nefes almayan insanların sevgiyle ilgili sorunları olduğu söyleniyor, Türk kadınlarının çoğunun rahmine nefes almadığı, nefes alırken karnını değil sadece göğsünü kullananların çok verici olduğu ve mantıklarıyla değil hisleriyle hareket ettikleri gibi tespitler yapıyorlar. Bu noktalara dokunurken de nefesinizi yönlendirmeye çalışıyorlar. İnsanlarda el-ayak uyuşmaları, ağlamalar, gülmeler, çığlık atmalar, öksürük gibi tepkiler doğuyor; kimisi farklı görüntüler görüyormuş, kimisinin aklından cümleler geçiyormuş.

Benim yaşadığım tecrübeye gelince çok kontrollü bir insan olduğum burada da açığa çıktı ve seansa bir türlü konsantre olamadım, dolayısıyla öksürük ve el ayak uyuşması dışında bir tepkim olmadı. Aslında meraktan gitmiş olmam, bir niyet, bir olumlamamın olmaması, eğitmene çok fazla ısınamamış olmam bunlarda etkili diye düşünüyorum, çünkü bir ara başka bir eğitmen yaklaşık 1,5 dakika kadar bana müdahale ettiğinde gerçekten dedikleri etkileri, sanrıları görüp kafamdan hiç aklıma gelmeyen cümleleri kurduğumu fark ettim. Ancak maalesef o 1,5 dakika seansın da son 1,5 dakikasıydı.

Seans sonundaysa herkeste bir dinginlik, bir sükut hali söz konusuydu. Tabi herkes benden daha renkli ve daha değişik tecrübelerle ayrıldı. Birkaç gün içinde olaylara, insanlara her zamankinden farklı yaklaştıklarını, bakış açılarının değiştiğini söylüyorlar.

Aslında bu tarz terapilerin ana noktası hep aynı yere çıkıyor: Her şey insanın kendisinde bitiyor. Bir şeye inanırsan ve istemeyi biliyorsan oluyor. Şüphe, umutsuzluk ise işlerimizi zorlaştırıyor. Nefes terapisinden yine bu dersle çıktım ben. En az beş seans yapılmalı deseler de, daha ihtiyacım olan bir zamanda, hayatıma neyi çekmek istediğime daha net bir şekilde karar vererek gitmeyi tercih ettiğim için şimdilik gitmeyi düşünmüyorum.

Ankara'da transformal nefes için www.transformalnefesturkiye.com ve nefesinidinle@gmail.com adreslerinden bilgi alabilirsiniz.Hayatlarında bir yol ayırımında, bir arayış içinde olanlara sadece kendi özlerini bulmalarına nefes terapisinin farklı bir tecrübe yaşatarak vesile olacağını düşünerek tavsiye ediyorum.
Hayat, doğumla ölüm arasında aldığımız nefeslerden ibaret çünkü.

*Görsel internetten alıntıdır.

9 Ekim 2012 Salı

Nerelerdeyim?


Buraları çok ihmal ettim biliyorum ve bir an önce yazılması gerekenleri ekleyeceğim, söz!
Ara vermemin sebebi düğündü.
Hem çalışıp hem ev kurup hem de düğün hazırlıklarıyla uğraşmak zordu. Bu esnada bir de bilgisayarla ilgili sorunlar yaşayıp hazırlamam gereken postları da yayınlayamadım. Sonuç olarak düğünün üzerinden neredeyse 25 gün geçmiş olmasına rağmen hala 44 kilo olarak gezmekteyim. Sanırım alışana kadar da böyle gidecek.
Neler oldu dersek... Bekarlığa veda partim, kına gecem, ardından düğünüm, sonrasında Bali'de ve İstanbul-Büyakada'da balayım, sonrasında balkabağına dönüp yeni eve, yeni eşe alışma çabalarım...
Hepsinin ayrı postunu hazırlayacağım ama şimdilik durum böyle.
Bir de düğün günümden bir kare, Sabri Peşmen Fotoğrafçılık'tan.