26 Temmuz 2014 Cumartesi

"Bazı hayatlar köşelere denk gelir"

Ailemin hikâyesinde köyde yaşayıp bir gün tası tarağı toplayıp büyükşehire gelmek önemli bir kısım. Bunu yapan dedelerim. Annem babam çocukken kendilerini Ankara’da bulmuşlar. Belli bir yaşa kadar çocukluklarını geçirdikleri köy hayatını hep özlemle anarlar. Köy hayatı şahane diye değil, herkesin en boktan da olsa çocukluğuna derin bir hasret duymasından. Köşelere denk gelen onların hayatı olmuş bizim soyağacında. Köylü doğup şehirli devam etmesi gereken, ailesi başka, çevresi başka telden çalan hayatlar. Bir önceki nesil kendi kapalılığında devam ederken, bir sonraki nesil de artık şehirli doğup şehirli büyümenin avantajını yaşamış çünkü.

Ben şanslıydım ki kendini geliştirmeye çok açık bir ailem var. Hayatın getirdiklerine uyum sağlamayı bilen, zamana, şartlargöre hayatlarını şekillendiren ve bir sonraki nesli alıp bir adım öteye atmayı kendisine amaç bilmiş insanlar. Böylece köylü doğup şehirli olabilmeyi başardılar. Ancak şunları da gördüm: Köy yaşantısının aynısını göç ettiği şehirde yaşamakta ısrar edip ne kafayı, ne yaşam biçimini değiştirmekte direnenler. Köydeki komün hayatı yaşayıp şehre değil de ancak kıyısına yerleşmiş olanlar…


İşte bu yüzden Arıza Babaların Çatlak Kızları adlı kitabı okurken hikaye öyle tanıdık geldi ki… Bir kere Ankara’da geçiyor. Samsun Asfaltı’nda başlayan hikaye, her gün kıyısından köşesinden geçtiğim Kurtuluş Parkı’nda, Kızılay’da devam ediyor. Göç hikayesi, komşuluktan öte yaşanan komün hayatlar, evladından önce elalem ne der kaygısıyla esip gürleyen ebeveynler, ailesiyle bambaşka, iş, okul, arkadaş çevresiyle bambaşka hayatlar yaşayan gençler. Yazarı Ayten Kaya Görgün mutlaka bu ortama bire bir şahit olmuş biri olmalı. Kullanılan kelimeler, tarifler, olaylar,mekanlar o kadar gerçek ki… Birkaç saatte okuyup her gün geçtiğim yollarda yürüdüm bu kitapla, şimdi değilse bile bir gün bir yerlerde görüp denk geldiğim hayatlara rastladım.

Hikaye sıradan gibi gelse de gözlem, ifade ve tanıdık birinin anlattığı bir hikaye gibi gelmesi kitabı okuma şevkimi artırdı. Bir eleştiri yapmadan da geçemeyeceğim, önce yazım yanlışı zannettiğim bazı ifadelerin kitapta her yerde sürekli aynı şekilde geçmesi sık sık kitaptan kopmama neden oldu. Örneğin, “tabi” yerine “tağabeyi” ya da “yakalayabilmek” yerine “yakalayağabeylmesi” gibi. Acaba bilmediğim bir ifade mi diyerek google’a sordum, hiçbir şey çıkmadı, sanırım dizgicinin yazara küçük bir şakası derken yazara konuyla ilgili mail bile attım ve bir iki günde dönüş yaptı kitabın yazarı, tahmin ettiğim gibi editör, yayınevi hatasıymış. Evet bildiniz, yazım yanlışlarına biraz takıntılıyım! Ancak bu kitabı yine de seve seve okudum. Bu tatil dönemlerinde sular seller gibi okunacak cinsten.

20 Temmuz 2014 Pazar

Bodrum: Tatil bitti mi şimdi?

Ben bir yerlere gidince bir süre sonra evimi, düzenimi, sporumu, ailemi, arkadaşlarımı deli gibi özlerim. Tatilin sonlarına doğru "eh hadi artık gideyim, yeter" hissi gelir yerleşiverir. Bodrum'da son tam günümüze uyandığımızda hiç öyle bir his yoktu içimde, kalsam kalırdım, yetmedi, doyamadım.

Türkbükü'nde bir tahta köprü var. Halkla sosyeteyi birbirinden ayıran bir köprü burası. Köprünün halk kısmında kaldığımız için sosyeteye doğru yürürken halk kısmındaki plajlardan birinden bir yaşlı bir amca "gelin gençler burada para vermeden denize girebilirsiniz" dedi. Reddedince sinirlenip "aman gidin kazıklanın, şimdi keyfinizden o tarafa gidersiniz amaaaa sonra mecburiyetten yine buraya dönersiniz" dedi. 

Haklıydı çünkü biz Maça Kızı Beach'e gittik ve itiraf etmeliyim ki hiç iç açıcı gelmediğinden dayanamayıp kalktık. Gereksiz bir kasıntı ortam var. Fiyatları şöyle böyle diye yazılmasına bakmayın, Bodrum'da gittiğiniz pek çok yerde fiyatlar çok farklı değil ama burası özellikle bu tarz haberlere konu olarak reklamını yapmak istiyor bence, insanlar da merakından, kendilerini ünlü, zengin, havalı kesimle birkaç saat denk görmek için gidiyor. Ortamdan rahatsız olunca aynı amcanın önünden "biz ettik, sen etme amcaaa ühüüüü" esprileri altında otelimize dönüp arabamızı aldık ve bir başka beachin Kuum Beach'in yolunu tuttuk. 


Girişi Maça Kızı ile aynı fiyata ama bence gerçekten çok daha güzel. Bir kere çok geniş alana yayılmış ferah bir yer, yiyecekleri, hizmeti çok çok iyi. Giriş ücretini içerideki yiyecek içeceklerinize bir ön ödeme gibi düşünün yiyip içtikçe hesabınızdan düşüyor. Bizim kartta epey bir kredi kalınca akşam yemeğini de burada yemiş olalım dedik. Rüzgardan pek denizin tadını çıkaramasak da ortamdan durumu kurtarmış olduk.


Akşam otele dönüp son akşamımızı yine Miam'da, yine Nazif'in ellerinde geçirelim istedik. Sarılarımı kuşandım. Mr. Balmy iş için yine Gündoğan'a gitti, ben de kendimi Nazif'in kokteyllerine vurdum. Bana ne içeceğimi sormadan iki kadeh cosmopolitan, iki kadeh sex on the beach ve iki kadeh pina colada ile kafayı bir güzel uçurdu. Balmy'e de gelince "erkek adam işi" harika bir kokteyl hazırladı. Türkbükü'ndeki son gecemizi yine Sess'te geçirdik. Bu kez cuma akşamı olması nedeniyle bir hayli kalabalıktı ve ancak iskelede yer bulabildik. Sanırım havasına ondan çok giremedik. 



Ertesi sabah kahvaltı sonrası odayı boşaltıp akşama kalsak mı, şimdi mi dönsek derken artık tatil moodundan koptuğumuzu fark edip yolcu yolunda gerek dedik. Önce Bodrum Merkez'den hediyelik-hatıralık süs eşyaları alıp düştük yola. Mr. Balmy ısrarla yol kötü diye Aydın yolundan gitmek istedi ve yola çıktığımızdan 12 saat sonra eve ancak varabildik. Ancak bunun da bir güzel yanı oldu. Öğle yemeğimizi mis gibi rüzgar esen Bafa Gölü kıyısındaki Göl Restoran'da gözleme-çay eşliğinde yemiş olduk. 

Döndük. Tadı damağımızda. Yine olsa yine giderim. Çok çok sevmişim Bodrum'u, uzaklaştıkça daha da iyi anlıyorum. Çok az fotoğraf çekmişim, en iyi karenin ya da bir sürü karenin peşine düşüp anı kaçırmak istememişim. Bu iş blog açısından kötü olmuş ama napalım elde bunlar var. Aklımda da Bodrum...

18 Temmuz 2014 Cuma

Bodrum'un en "high society" halleri...

"İçelim sabaha kadar Akdeniz gecelerinde" gazıyla midem huzursuz, kafam sepet olmuş halde zar zor uyandım. MFÖ'nün Bodrum şarkısı çok doğru söylüyor: "Uykuuuu biraz uykuuu, bütün isteğim buydu..." Gerçekten Bodrum'da kana kana uyumak diye bir şey yok! Sabaha karşı zom kafayla yatıp üç-dört saat uykudan sonra, onca yorgunluk, uykusuzluğa rağmen ayağa dikilmek de nedir?

Kahvaltı yapıp biraz otelin önünde denize girip çıktıktan sonra Mr. Balmy'nin iş için Gündoğan'a gitmesi gerekti. Midem öyle bir huzursuzdu ki bolca su, hafif hafif ekmek, peynir gibi şeylerle yatıştırmaya çalıştım. Beni Gündoğan'da deniz kenarına bırakıp o işine gitti. Gece gezmelerinin en kötü yanı bu: Ertesi günü mahvetmesi... Deniz kenarındaki Mado'da salata-soda ikilisinden medet umup kitap okuyarak hatta bir ara koltuğa uzanıp kestirerek onun geri dönmesini bekledim. Döndüğündeyse yeniden otele dönüp denize girip çıkıp bir rahatladık. 


Akşam Sezo'yla Gümüşlük Mimoza için randevulaşmıştık. O nasıl bir ambiyans, o nasıl bir lezzet, o ne büyülü bir ortamdır! Mimoza fiyatlarının kazıklığıyla nam salmış bir yer ancak bence değer, tuvaletine kadar değer... Bodrum'da gezdiğim yerler içinde en bayıldığım Gümüşlük oldu. Yakaladığımız günbatımı ise kendimizi alıp çok iyi hissettiğimiz bambaşka yerlere koymamıza daha da çok yardımcı oldu. O taş evler, evden çıkıp iki adım atınca kendini denizde bulman... Biliyorum bu geç kalmış bir keşif yazısı ama bittim bayıldım! Daha doğal, daha kendine özgü geldi açıkçası. Ama tabi ki dev yazlıklar, restoranlar orayı da yavaştan ele geçirmeye başlamış bile...



Ardından Yalıkavak Marina'da aldık soluğu. Mr. Balmy ile anlaşmalı olduğumuzdan bir önceki gün ben alkol almıştım, bu gece onun gecesi, şoförlük de bende. Marina'da Dolce & The Agency'de Sezo'yla sodalarımızı içerken Mr. Balmy cin toniğine gömüldü. Yalıkavak Palmarina Bodrum'un yeni parlayan high society mekanı. Deli bir lüks ve şaşaa var her yanda, insanı rahatsız edecek boyutta hatta! Ancak gerçekten kaliteli bir ortamı var, biraz Dubai havalarında... Marinadaki tekneler, yatlarsa ilgisiz birinin bile dalıp gideceği tarzda.



Geceyi noktaladığımız yerse şu meşhuuuurrrr Billionaire Club. Marinanın en ucunda gerçekten çok iyi bir gece klubü. Bizim ramazanda gitmemiz ve sezon başı olması nedeniyle Bodrum'un her yeri gibi boş sayılırdı. Ancak şikayet ettiğimi söyleyemeyeceğim. Beach klubüne de bir hayli övgüler yağdırmışlardı sosyal medyada. Ancak bu tarz mekanları alkolsüz zor çekiyorum, gece 3'te sızlanmaya başlayınca kalkıp otele döndük. Söz verdim kendi kendime bir dahaki sefere Balmy neyi isterse ses çıkarmadan uyum sağlayacağım.


16 Temmuz 2014 Çarşamba

Alternatif Bodrum: Pazarlar, Bitez, Bodrum Merkez'de sabahlar olmasın!

Son on-on beş yıldır çığ gibi büyüyen bir sektör var Türkiye'de: Pazarlar. Eskiden semt pazarları haftanın belli günü kurulur, evin sebze-meyve ihtiyacı da ancak o günlerde kurulan pazardan karşılanırdı. Sonra bu pazarlara "sosyete pazarları" da eklendi. Ayakkabılar, çantalar, kıyafetler, iç çamaşırları satılan semt pazarları ne zaman gitsem kalabalık olmasıyla ilgi çeken bir furya halini aldı. Gerçekten öyle uygun fiyata öyle farklı ve güzel parçalar bulabiliyor ki insan bir süre sonra pazar bağımlısı oluyor.

Ben kalabalıktan çabuk bunalan, sabırsız bünyeme pek laf geçiremediğim için pazarlardan çok verimli sonuçlar elde edemiyorum, hatta outlet mağazalar bile üstüme üstüme geliyor. Ancak her yerde öyle bir ballandırmışlar ki Bodrum pazarlarına gitmeye karar vermiştim.

Elimdeki notlarda çarşambaları Turgutreis'te pazar kurulduğu yazıyor. Sabah erken sayılabilecek bir saatte kahvaltımızı yapıp Mr. Balmy ile yola düşüyoruz. Kıyıları geze geze, çevreyi keşfede ede Turgutreis'e varıyoruz ama kocaman pazar yeri bomboş! Sonra bir öğreniyoruz ki oranın pazarı cumartesi imiş. Sonra daha derin bir internet araştırmasına dalıp çarşambaları Gündoğan ve Ortakent'te pazar kurulduğunu öğreniyoruz. Amaç biraz da hiç gitmediğimiz yerlerin havasını koklamak olduğundan Ortakent pazarına doğru yol alıyoruz.

Bodrum'un pahalı beachler, havalı restoranlar haricinde aslında kocaman bir sahil kenti, yazlıkçı ortamı var ve aslında Bodrum bu, ancak bizim gördüğümüz yüzü medyatik birkaç koydan ibaret. Ortakent Pazarı işte tam da bu farklı yüzü gösteriyor. Evine sebze meyve alan emekliler, ailelerden ortalıkta bolca var. Küçük bir pazar burası, sosyete pazarı kısmı ise birkaç tezgahtan ibaret. Tülbentten, hint işi elbiseler satan bir tezgahtan beyaz uzun bir elbise alıyorum. Bodrum pazarları maceram da bu kadarla kalıyor.

Arabaya atlayıp dolaşmaya devam ederken Bitez'e varıyoruz. Bitez'in denizinin methini zaten çok duymuştum, foursquare'e beach yazıp kendimizi Sarnıç Beach'te buluyoruz. Bodrum'da gezdiklerim içinde en güzel deniz, en iyi plaj işletmesi burası. Giriş ücreti alınmıyor, deniz ve deniz üzerine kurulmuş plastik iskele ve trambolin şahane...

Ben denize girip çıkıyorum, Mr. Balmy her zamanki işkolikliğiyle telefon, mail trafiğine kendini kaptırmış gidiyor. Ben kitabım, dergilerim, yemeğim ve eşsiz deniz arasında bronzlaşma sevdasındayken o yetişmeyen siparişleriyle cebelleşiyor. "Hayata birileri çalışmaya, birileri keyif yapmaya geliyor" diyorum.

Güneşi neredeyse batırana kadar Sarnıç'ta kalıp sonra otelimize dönüyoruz.

Duş, kremlenme faslı sonrası giyinip süslenip kendimizi Bodrum Merkez'e atıyoruz. Kurt gibi açız, çok araştırmadan çarşı içinde kendimizi bir yere atıyoruz ve bu tatildeki en büyük pişmanlığımızı yaşıyoruz. Mekanın adı Place. Son derece samimiyetsiz bir kibarlıkla siparişleri alan bir atkuyruklu var. Aynı adam beş dakika sonra garsonları müşteri önünde "öküz" diye azalıyor. Menüde bazı yiyecekler yer almıyor ve ısrarla onlardan sipariş vermenizi öneriyor. Örneğin kadeh şarap menüde var, şişe şarap yer almıyor. Biz bir tavuk yemeği, bir peynir tabağı ve yerli bir şişe beyaz şarap söyledik. Gelen hesap 218 TL, uyduruk yerli şaraptan Bodrum kazığımızı yiyoruz.


Yine de keyfimizi kaçırmadan geceyarısı olduğunda By Jack'e doğru yollanıyoruz. Çünkü çarşamba ve cuma akşamları Bora Öztoprak ve Kaan Öztürk'ün sahnesinin yer aldığını okumuştum bir yerlerde. Bora Öztoprak benim ortaokul çağlarımın fenomenlerinden biriydi. Döndürüp döndürüp dinlemiştim ilk albümünü, hala da şarkılarını yakalasam mutlaka eşlik ede ede dinlerim. Kış sezonu bu ikili İstanbul'da sahne alıyor ve methini çokça duymuştum. Bodrum'da biraz da alternatif takılmak için dinlemek istedik.


Muhteşemdi! Mekan gerçekten çok iyi, çok kalabalık değildi. Sahneleri harikaydı. Kaan Öztürk'ün Bora Öztoprak'ın müzikal yeteneklerine değinmeme bile gerek yok, espriler, muhalif taşlar, repertuarları beni benden aldı. Peşi sıra kokteylleri nasıl yuvarladım hatırlamıyorum bile. Sonrasında kafam öyle bir olmuş ki Bora Öztoprakla fotoğraf çektirirken "öpüjemmm" tarzı bir şey çıktı ağzımdan, adamı öptüm şapır şupur.

Otele döndüğümüzde, Bodrum'daki en güzel günümüzü hava aydınlanırken bitirmiş olduk.


15 Temmuz 2014 Salı

Bodrum'da öyle havalı beachler, pahalı restoranlar beni aşar derseniz...

Feneri epey geç söndürüp bir hayli alkol de almışız. Ama günlerimiz kısıtlı, uyku, dinlenme bir dursun hele deyip sabahın 8'inde sürünerek kalktık. Otelin muhteşem kahvaltısı henüz masalara konmamış bile. Bir çeşit peynir var başka da bir şey yok. Mr. Balmy'e "bunların abuk kahvaltısındansa Bodrum Merkez'de tost, simit bir şeyler atıştırırız, gel gidelim." dedim.

Bu kadar erken Bodrum Merkez'e gitmemizin sebebi Bodrum koylarını dolaşan bir tekne turu yapmak istememiz. Evet bildiniz birçok tatil beldesinde yapılan o klasik tekne turlarından. Tüm gün oradan oraya denize girilip çıkılan öğle yemeği dahil tekne turu. 

Arabayı park edip limana iniyoruz ama ramazanda, salı günü hem de erken saatte teknelerde hiçbir hareket olmadığını görüyoruz. Bir sağa, bir sola salındıktan sonra bir yetkili bulup 10'da başlayan tekne turu için biletlerimizi alıyoruz. Kişi başı 35 TL ve öğle yemeği dahil! Üstelik öyle cıstak cıstak müzikle, Ankara'nın Bağları dönüp duracaksa binmem pazarlığımı da yapmışım. 


Saat 10'a kadar Denizciler Derneği'nin yerinde tostlarımızı bitirdikten sonra tekneye yerleştik. Bizim bindiğimiz tekne 20-25 kişilik küçük bir tekne. Günlerden 1 Temmuz Denizciler Bayramı olunca limanda gemilerin dakikalarca süren düdük seramonisi ile limandan ayrılmadan Kabotaj Bayramı'nı da kutlamış olduk. Denizciler Bayramı'nda gün boyu denizin üzerinde olmak da hoş bir tesadüf oldu. Akvaryum Koyu, Tavşan Burnu, Poyraz Koyu, Meteor Çukuru ve Karaada koylarında yüzme molaları, teknede güneşlenme, makarna-salata-tavuk üçlüsünden mütevazi bir öğlen yemeği, güneşten bunalınca teknenin alt tarafında uzanıp pencereden sadece mavi ve yeşili izlemek, teknede yolculuk edenlerle, kaptanla kısa sohbetler, ara ara kısa şekerlemeler ve her şeyden önemlisi sıkış tepiş ortamda son ses Ankara havaları çalan bir tekne olmaması günümüzün iyi geçmesinde çok etkili oldu. Akşamüstü 5 civarı tekneden Bodrum'a indik. 





Bodrum'a kadar gelmişken Paşayı ziyaret etmemek olmaz deyip Zeki Müren Evi Müzesi'ne gittik. Sıcakta yürüyerek ulaşıp bir anda klimalı, hem de alaturka Zeki Müren nameleri çınlayan bir ortama girince başka bir dünyaya adım atmış olduk. Evi gezerken insanın yüreğinin burkulmaması mümkün değil... O şatafatlı sahne kostümlerinin tam tersi mütevazi bir ev, sade mi sade bir yaşantı... Sevmek, sevilmek odaklı bir çocuk kalbi taşıyan dev bir sanatçı. Ne şımarıklık, ne sonradan görmelik... Bodrum'a yolu düşenin bu evi mutlaka ziyaret etmesi lazım, ancak burada o renkli kıyafetler giyen ve bu toplumun aslında hiç sevmeyeceği bir profili taşıyan bir adamın herkesin kalbini nasıl kazandığını anlayabiliyor insan.






Günbatımı yaklaşırken karnımızın acıktığını hissediyoruz. Bodrum Çarşısı'nda Barbuoni isminde bir mekana oturuyoruz, bizi çeken yalnızca önündeki kumpir arabası! Bodrum Kalesi manzarasında kumpir yiyip kırmızı erik frozenından yudumluyoruz. Bodrum Çarşısı'nda biraz dolaşıp günü batırmaya yakın otele dönüyoruz. 


Bir önceki gecenin etkileri, tüm gün deniz, güneş, sıcakta yürüme derken duş alıp Türkbükü'nde biraz dolaştıktan sonra erkenden uyuyoruz.

13 Temmuz 2014 Pazar

Renkli bir arkadaşınız varsa her şey çok farklı olabilir!

Benim çılgın bir arkadaşım var: Sezo. Kafasına estiğini yapar, her yerde birini tanır, pazarlık yapmaya bayılır. "İş bitirici" derim ben ona. Bir şeye ihtiyacım olsa arar söylerim, 5 dakika sonra tanıdığını aramış ve benim işi, hem de uygun fiyata halletmiş olur.

Sezo yaz başı bastı Bodrum'a gitti, otelcilik yapmaya! Beni de dört gözle beklemeye başladı!


Tatilin ilk sabahı soluğu Yalıkavak'ta onun yanında aldık. Kadın eli değdiği her halinden belli otelini gezdikten sonra bizim oteli düşününce hüzünlendik, uzaklara daldık:) Ondan bir iki tavsiye sonrası. Akşam için sözleştik, o işlerini halletti, biz de Yalıkavak'taki Xuma Beach'e attık kendimizi.

Giriş ücreti 50 tl ödedik, Turkcell Platinium'un %50 indiriminden de faydalandık. Dergilerimi, kitabımı yanıma aldım, buz gibi suyu da alıp önce ağaç gölgesinde, ardından şemsiyeli kısımda denize girerek, güneşlenerek zaman geçirdik. Acıkınca restoran kısmında roka salatası, kuşbaşılı pideyi Mr. Balmy ile paylaşıp yeniden yalnızca önümü-arkamı-sağımı-solumu eşit bronzlaştırma kaygısı kafamda güneşin altında dergilerime boğuldum, bunaldıkça denize girip çıktım.


Otele geçtik, otelin musluğundan akan tuzlu suyla duşumuzu alıp patlamak üzere olan saç kurutma makinesinden hayır göremeden saçları kendi haline bıraktık ve akşam Sezo bizi Türkbükü'ndeki Miam Restaurant'a götürdü. Barmen Nazif Sezo'nun arkadaşı, biz de barda oturduk, tüm yeme içme tavsiyeleri ondan geldi. Size dülger balığı yaptırayım diyince "e biz de rakı içelim" o zaman dedik. Mezeleri seçmemize de yardım etti. Özellikle somonlu meze bir harikaydı. Ara sıcak içli köfte 10 numara ve super dekoratif dülger balığı da şahaneydi! Nazif ise on numara, üstelik araba kullanacağı için alkol almayan mavi elbiseli Sezo'ya mavi renkli hazırladığı soda bardaki başka bir kadını epey kıskandırdı. Bu ziyafet Nazif ve Sezo sayesinde hem de Türkbükü şartlarında çok çok uygun fiyata denk geldi. Yaşasın arkadaşlar!






Miam ziyafetinin ardından bu yıl Türkbükü'nün tek ve en hareketli mekanı Sess'te Türkçe müzikle feneri söndürdük.

11 Temmuz 2014 Cuma

İki aşık bile birbirini unutur, Bodrum'dan başka bir şey düşünülmez Bodrum'da...

Ben öyle çok deniz insanı değilimdir, gireyim buruş buruş olana kadar çıkmayayım gibi özlemlerim hiç yoktur. Ama suyu seyretmeye bayılırım. Denizle ilişkim de kıyısında güneşlenmek ve sıcaktan bunaldıkça şöyle bir serinleyip çıkmaktan ibarettir. Ama artık durumum farklı… Çünkü bu zamana kadar Bodrum’a gitmemiştim.


Dünyanın pek çok yerine hatta Türkiye’deki alakasız yerlere gitmeme rağmen Bodrum’u bu ahir ömrümde görmemiş olmam herkesi çok şaşırtıyor. Niye görmediğime gelince… Deniz insanı olsam herhalde şimdiye kadar 1000 kere gitmiştim!

Bir hafta deniz, güneş, yeme, içme arasında gerçekten harika bir tatil geçirdim. Ben her tatilin son günlerinde evimi, düzenimi özlerken bu sefer hiç mi hiç özlem duymadığımı fark ettim, bıraksalar kalırdım daha… Tüm bozulmuşluğuna, tüm o turizm fırsatçılığına, kazıklayan esnafa rağmen! İstanbul için o kadar bozdular, yıktılar, döktüler, yine güzel yine güzel derim hep… Bodrum için de aynısını düşünüyorum. Her şeye rağmen hala çok güzel. İnsanların emeklilik hayallerini süslemesinin varmış bir sebebi…

Genel olarak izlenimlere gelirsek: 
- Deniz gerçekten muhteşem, o çok methedilen soğukluğunu ben hissetmedim, biraz soğuk su sevmemden, biraz da kışın sert geçmemiş olması nedeniyle denizin soğumamış olmasından. 
- Her bütçeyle, her şekilde tatil yapmak mümkün. 
- Kimi esnaf inanılmaz kazık atan cinsten, aman dikkat.
- Yabancı turistten çok yerli turist olması hoşuma gitti. 
- Dinlenmek, eğlenmek, gezmek için ideal.
- Şu pahalı beachler meselesine gelirsek, bizler Ankara'da da zaten yeme içmeye fazla para veren insanlarız, o yüzden fiyatları çok yadırgamadık, bir de üstüne "amaaaannn tatildeyiz, bir daha mı gelicez dünyaya" gibi bir ruh hali gelince rahatça yedik içtik. Ama öte yandan 35 TL'lik tüm gün Bodrum koyları turu da yaptık, canımız istedi diye kumpir de yedik. Her şey size bağlı yani.

Biz sağı solu gezmek açısından arabayla gittik ama dönüş yolu bir eziyete dönüştü, maalesef yol bitmek bilmedi. Civardaki gece klüpleri ve beachlere yakın olması açısından Türkbükü Costa Blu Butik Oteli tercih ettik, ucuz ama merkezi diye. Ancak otel değil bir pansiyonla karşılaştık. Anladığım kadarıyla nasılsa buranın gideri var diye otele hiçbir masraf yapılmıyor. Son derece eski mobilyalar var, odayı temizlemek için bile her gün hatırlatma yapmanız gerekiyor. Bir gün odaya girip temizlenmediğini ve temiz havlu konmadığını görüp söylediğimizde cevap şu oldu: “Söylemiş miydiniz?” İlk gün otel beni çok da mutsuz etti ne yalan söyleyeyim, bana Yunan Adaları’mı geri verin diye huysuzlandım. Ama sonra alıştım. Hatta Mr. Balmy ile geyik bile yaptık bol bol: “Yatak odadan büyük, nasıl sığdırdılar acaba, önce yatağı koyup sonra mı duvarları ördüler dersin?” “Kahvaltı açık büfe değil ama ekmek açık büfe” gibi… Sonra duş ve uyuma dışında otelle işimiz yok nasılsa deyip saldık gitti.


İlk gün uzun yolun ardından eşyaları odaya attığımız gibi kendimizi Türkbükü’nün “halk” tarafında bir plaja attık. Onikon isminde bir yer. Hemen bir şeyler atıştırıp denize girdik çıktık, akşam da giyinip süslenip halk tarafında bir ev yemeğinden sonra Fidele’de bir şeyler içtik. Yol, deniz, sıcak ve otelin moral bozukluğu geceyi erken bitirmemize neden oldu.

O gece sonrasının bu kadar güzel olabileceğini tahmin bile edemedik. Detayları sonraki yazılarda...

*Başlığım Gündoğarken'in muhteşem şarkısı Bodrum'dan, ilk fotoğraf da internetten alıntıdır.