26 Mart 2015 Perşembe

Gözyaşı ve ter dökerek, kahkahalar patlatıp kavgalar ederek, eğlenerek, mutlu olarak... Kısacası yaşayarak 34 yıl geçirdim!

Yapılan bir araştırmaya göre insanların kendisini en mutlu hissettiği yaş 34’müş. Muhtemelen gelecek kaygılarının azalıp hayatın düzeninin oturması ve kendini yeterince tanıyıp ne istediğini, ne istemediğini iyi bildiğin bir yaş olması bunun nedeni. Hayatımızın akışının seyrini yönlendirecek kadar olgun, gezip eğlenip keyif çatacak kadar genç bir yaş! Ve ben geçtiğimiz günlerde bu mübarek yaşa coşkulu bir kutlamayla giriş yaptım. 


Zaman zaman düşünürken “yapma yaaa o kadar oldum mu” diye kendimi çimdiklemek istesem de bir on yıl öncesine döner misin deseler, kesinlikle hayır derim. Geçtiğim yollar, zorlu, eğlenceli, keyifli, yıpratıcıydı ve ben şu anda olmaktan, bu yaşa gelmekten hayli mutluyum.


Yeniden okul kaygıları, iş stresi çekemem mesela. Gereksiz yere enerji harcadığım insanlara daha da enerji sarf etmenin anlamı yok. Neyi sevip neyi sevmediğimi anlayana kadar çöpe giden deneme yanılmalarım da eksik olsun. Ben “şimdi”den memnunum ve mümkünse tüm ömrümden de “şimdi”den aldığım keyfi alayım, yaşım istediği kadar ilerleyebilir!



Peki bu mübarek yaşa nasıl girdim? O gün kızlarla da dikkatimizi çektiği üzere benim doğumgünlerim gerçekten çok eğlenceli geçiyor, herhalde çok heveslendiğimden…  Bu sene de hakikaten ayların, yılların kurtlarını dökercesine hunharca eğlendik. Erkekleri de ortama dahil etmenin rahatlığıyla geceyi uzattıkça uzattık. Kalispera Ankara’daki meyhaneler içinde benim her gittiğimde çok eğlendiğim bir mekan, müzik on numara, yemekler ve mezeler birçok fix mönülü yerin çok üzerinde. Parti için Şafitomla eğlenceli gözlükler, kartlar, mum ve maytaplar aldıktan sonra yerimizi aldık, kadehler kaldırarak eğlenip coşarakgöbecikler atarak, sohbet ederek yeni yaşıma mutlu mesut girdim. E eğlenesimiz varmış, doğum günü de bahanesi olsun!




Asıl doğum günümse pazardı. Geniş bir kahvaltı ardından sinemada Kocan Kadar Konuş’u izledik, epeydir canımın istediği gelatodan yedim. Quick China’da Çin Seddi’ne ve sushiye gömüldüm, rose şarabımın kadehini kendime kaldırdım.


Salı akşamı başka bir arkadaş grubumla derin sohbetli bir akşam yemeği yedik, balkabaklı cheesecake ile mum üfledim. İyi ki doğdum dedim… Bundan sonrası için de  dileyeyim dileyebildiğim kadar!

Çevremde enerjime enerji katan insanlarım, “daha iyi bir ben” için ilhamım, motivasyonum, ayağımı yere sapasağlam basacak sağlıklı bir bedenim, her yaralanmadan aslan gibi çıkacak kadar sağlam sinirlerim, dirayetli bünyem, hayattan keyif alan ve hevesi hiç kaçmayan içimdeki çılgın, her geçen gün yol arkadaşlığından daha çok keyif aldığım sevgilim, güven kelimesinin tam karşılığı annem, babam, ablam, kahkahaların, dertleşmelere, birbirimizi motive etmelere karıştığı dostlarım, her geçen gün sığınak haline gelen evim… Hepsi hep olsunlar! Bir de burada yazmayı unuttuğum ama olsa şahane olacağını düşündüğüm diğer güzel şeyler de olsun!

Doğum günüm kutlu olsun!

21 Mart 2015 Cumartesi

Daha iyi bir ben!


Geçen haftalarda bir gün aslında ortada dertlenecek ya da kutlanacak hiçbir şey yokken, biraz gri Ankara bunalımı, biraz monoton işin can sıkıntısı yanına yalnız bir akşamın keyfini çıkarma gayesiyle marketten cipsleri, kuruyemişleri, evin yakınındaki pastaneden de en sevdiğim pastayı alıp eve düştüm. “Breaking Bad” sonrası birkaç bölüm ilerlemiş “Better Call Saul”u da açıp Sicilya şarabımla önce bir tuzlu saati yapıp ardından da pastayla altın vuruş yaptım. Dizi de, yiyecekler de bittiğinde dımdızlak kalmıştım, şişen midem akciğerime doğru yayılmış vaziyette, aldığım her nefesi derinden almazsam tıknefes kalıp ölecek gibiydim. Bu durumlarda en iyisi piton gibi sırt üstü yatıp genleşmek ve mide işini bitirene kadar öylece kalmaktı. Tabi bu kadar yemenin, kendime bunu neden yaptığımın sorgulamaları altında…


O yayılmam sırasında işaret gibi önüme bir yazı düştü: Daha iyi bir benEvet tam olarak ihtiyacım olan şey… Yediğimde ya da yemediğimde kilosu çok değişmeyen şanslılardanım ama psikolojim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İtiraf etmek gerekirse öyle piton gibi yatarken kendimi berbat hissediyorum, bedenen hiçbir şey değişmese bile daha iyi hissetmem beni daha iyi bir ben yapıyor ve bu kadar spor disiplini olan biri olarak bu kadar sağlıksız beslenmek bana iradesizlik gibi geliyordu. 
O akşam karar verdim. Daha iyi bir ben benim bu hayattaki hedefim olmalıydı. Sadece bedensel olarak da değil, başka konularda da. Ama ben bedenimden ve sağlığımdan başlamak istedim. 
Haftanın en az 3-4 gününü spor salonunda geçiren, geri kalan günlerde de en azından açık havada yürüyüş yapan, asla kaytarmayan bendenizin tüm sorunu yanlış beslenmek, yemeyi içmeyi sevmek, efkarımı, neşemi bir şekilde yeme içmeyle sonlandırmaktı. Bu kadar spora daha iyi bir bedene sahip olmamamın tek nedeni o boğazımdan geçenlerdir, orası kesin!

Katı kurallara gelemediğimi de biliyordum. Birkaç gün süren, “o yok, bu yok”tan sonra eskisinden beş beter patlama yaşadığımı defalarca test etmiştim. Bu da bir ileri iki geriden başka bir işe yaramıyordu. Her ne olursa olsun, kararında oldu mu, yeme içme işi de hayattan keyif almanın önemli bir yolu, sosyal hayat da zaten öyle katı hallere girmemizi engelliyor. Benim ilk etapta yaptığım şey “çöp” yememekti. Şu an “çöp” yemiyorum ve sadece bu, o yazıyı okuduğum günden bu yana 2 kg hafifletti beni.


Peki çöp nedir? Genel olarak düzenli beslensem de öğleden sonraları uzun süren ofis saatlerinde peş peşe yediğim 2-3 çikolata, bisküvi, gofret mesela, dışarı çıktığımda siparişin yanında gelen ekmekler, pideler, soslar, tok olduğumu hissettiğim halde yemeye devam ettiğim hazır gıdalar, tatlılar, düzeni bozan her şey… Durup düşünüp “şu an buna ihtiyacım yok” diyeceğim her şeye “çöp” dedim ben.
Mesela her akşamüstü ofiste 3-5 çikolata, bisküvi, gofret yemektense haftasonu sevdiğim ve gerçekten iyi bir tatlıyla kendimi tatmin etmeyi denedim. Geçen hafta sonu MrBalmyile bir sufleyi paylaşmak fazlasıyla yetti. Ofisteki o saatlerde ise birkaç fındık, birkaç parça %70 kakao oranlı çikolata ve filtre kahve gerçekten beni durdurmaya yetti. Yemekte söylediğim bonfilenin yanındaki birkaç patatesi tırtıklasam da ekmeği, sosları tamamen yok saydım ve salataya abandım. 

Alkol en büyük tuzaklardan biri malum. Rakıyı iki kadeh tek içerek ve mezeleri de ekmeksiz yiyerek çözümü buldum, tabi bir de kaçamak yaptığım günler aralardaki minik ödüllerimi (kuruyemişler, bitter çikolata, meyve) yemiyorum, haftada birden fazla da alkol almamak en iyisi. 

Bunun yanında zaten yaptığım doğrular da vardı: Zinhar kahvaltısız evden çıkmamak, yeşil çayı ihmal etmemek, öğünlerde protein-karbonhidrat dengesine dikkat etmek, ara öğünleri atlamamak ve iş çıkışından yarım saat önce yediğim bir porsiyon yoğurt…


Birkaç yıldır deneyip deneyip bir türlü beceremediğim şeyi başarmaya başlamanın mutluluğu ve okuduğum yazının etkisiyle bu yazıyı yazmaya karar verdim. Çok klişe de olsa mesele gerçekten başlamak ve karar vermekte. Belki benim bu yazım da bir yerlerde birilerine ilham olur. Daha iyi bir ben için hayatımdaki eylemlerim devam edecek, tabi burada da!

1 Mart 2015 Pazar

Karlar erimeden Ilgaz'a bir haftasonu çıkarması


Üst üste gittiğim şehir gezilerinden sonra havaların soğuyup eve kapanmaya meylettiğimiz bugünlerde canım fena halde doğa içinde uzun yürüyüşler yaptığım, şöyle oksijen çarpması yaşamak istediğim bir doğa gezisi istiyordu. Sapanca, Bolu, hatta Afyon arasında gidip geldim bir süre. Sporu bile parkta yürüyüş yapmaya çevirince gördüm ki kendimi bir yerlere atmam gerekiyordu.


Tam da bu haller içindeyken birkaç arkadaşımdan günübirlik Ilgaz teklifi geldi. Ekip eğlenceli, Türkiye’nin her yerinde çılgınlar gibi kar yağmış, rotayı doğanın yanında kar gezmesini de ekleyerek Ilgaz’a çevirmek farz oldu. Benim Ilgaz’a herhalde dördüncü ya da beşinci gidişim. Her gidişimde farklı ekiplerle ama her seferinde çok eğlenerek döndüm. 



Beklentim çok yüksek değildi açıkçası ama her zamanki gibi ekip eğlenceli olunca beklentimin çok üzerinde eğlenceli saatler geçirdim. Uzun zamandır hiç bu kadar çok kahkaha atmamıştım. Arkadaşlar iyi ki varlar!

Pazar sabahı erkenden yollara düşmek pek eğlenceli olmasa da dört kız ve MrBalmy’li ekiple zaman zaman kaynatarak, zaman zaman dedikodunun dibine vurarak 3-3.5 saate Ilgaz’daydık. Ankara’nın aksine pırıl pırıl ve ılık bir hava karşıladı bizi. Biraz keşif gezisi yaptıktan sonra Bardak isimli cafenin önündeki barbeküden kar tatillerinin vazgeçilmezi sucuk ekmeklerimizi, içeceklerimizi aldıktan sonra bir güzel atıştırdık. Üzerine Canay’ın nefis çikolatalı kekini ve kahvelerimizi de yuvarladıktan sonra Fatoş’u snow boarduyla piste uğurladık.



Ben ne yapacağım konusunda bir süre kararsız kaldım, kayak mı yapsam, doğada mı yürüsem yoksa temel fotoğrafçılık dersi almaya başlamam sebebiyle biraz fotoğraf denemesi mi yapsam derken “çok azdır” düsturuyla “yine” her şeyi birden yapmak yerine seçenekleri değerlendirdim ve en güzelinin yürüyüş yaparken bir yandan da fotoğraf pratiğimi geliştirmek olduğuna karar verdim. Milli park içerisindeki rotada zaman zaman kar oynayarak, kayarak, eğlenceli ve uzun bir yürüyüş yaptık. Ilgaz Mountain Resort’a kadar yürüyüp oradan ring servisi ile dönme planları yaparken dönüşü de karlar arasındaki dev çamlar arasında yürüyerek yaptık. 





Tekrar zirveye geldikten sonra bu kez bu tarz gezilerin en eğlenceli kısmı telesiyeje binmeye geldi. Dörtlü olarak telesiyeje binip nefis manzaraya hayran kaldıktan sonra zirvedeki cafede saleplerimizi içip bir süre ısındık, sohbet ettik. Ardından yeniden aşağıya inip kalan son dakikalarımızda ürkerek de olsa kızakla kayarak vakit geçirdik. En son sıcacık çorba ve sıcak şarapla içimizi ısıttık ve dönüş yoluna geçtik. 


Her şey o ana kadar çok iyi gitmişken dönüş yolunda bozulan otobüs bir hayli canımızı sıktı, 7 saatte, gerilmiş, acıkmış, yorulmuş ve uykusuz kalmış şekilde eve kendimizi zor attık. Ama hiç önemli değil! Tertemiz kar havasını aldım, çok güldüm, çok eğlendim, güzel fotoğraflar çektim, o da nazarlığımız olsun!