4 Temmuz 2013 Perşembe

Aslında hiçbir şeye ihtiyacımız yok!

Bugünlerde bu söze takılıp kaldım.

Ne zaman bir şeyleri kaybetme üzüntüsü/endişesi yaşasam daha derin düşününce hemen bu sözü tekrarlıyorum: "Aslında hiçbir şeye ihtiyacımız yok!"


Parasız kalmak ya da parayı yetiştirememek mesela.
Asla bitmesini istemediğimiz ilişkilerin gün gelip bitmesi.
Elde etmeye uğraştığımız onca şey.
Hayatımızın büyük kısmını kurban ettiğimiz işimiz.

Hiçbirine ihtiyacımız yok!

Çünkü bizim tüm hücrelerimize muhteşem bir armağan verilmiş: Alışma, değişme, dönüşme, uyum sağlama.

Parasız kaldık mesela, elimize geçen paraya göre hayatımızı devam ettirmiyor muyuz? Tıpkı daha fazlasını elde ettiğimizde o halimize uyum sağlamamız gibi.

En bitmemeli diye düşünülen ilişkiler, en vazgeçilmez sanılan insanlar hayatımızdan, ne kadar istemesek de, çıktığında sarsılsak, dağılsak da yine yaşamaya devam etmiyor muyuz? Yine yaşamdan keyif alacak, mutlu hissettirecek bir şeyler bulamıyor muyuz? Bir gün o insanların yerine konacak yenileri çıkıp gelmiyor mu, kısa vadede değilse de, uzun vadede iyi ki bitmiş demiyor muyuz?

Bir gün hayatımızdaki her şeyi onun sayesinde elde ettiğimizi düşündüğümüz işi kaybetsek dünyanın sonuna gelmişiz mi demektir? Yoksa o halimize de mutlaka bir çare var mıdır?

İşin ilginç yanı hayat odaklanan hedefe ulaşmak mıdır yoksa o hedefe ulaşma yolunda yaşanılan zorluk, kaygı ve endişelerle geçen zaman mıdır?

Hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Daha fazla paraya, daha fazla yemeğe, giysiye, daha fazla insana... Kaygı ve endişelerle geleceği, üzüntülerle geçmişi yaşayarak "an"ın bize getirdiklerini göz ardı ediyoruz. Hayvanları, çocukları örnek almak gerek diyordu bir kitapta: Onların tarihsellikleri yoktur, geçmişte olan bir şeye takılıp kalmazlar, unuturlar ve anın tadını doyasıya çıkarırlar. "Acaba yarın yiyecek bulabilecek miyim" gibi endişeler taşımazlar, ne olursa olsun ihtiyaç duyduklarına istedikleri an ulaşabileceklerini bilerek yaşarlar. Belki kaybetme üzüntüsü/endişesi taşımadıklarından doğumu, ölümü, en olmadık şeyi bile normal kabul edip çabucak uyum sağlarlar. Bizse geçmişle gelecek arasında gidip gelerek hayatımızı geçirir, "şu an" ne demek bilmeyiz bile!

Benim "an"ı yaşadığım nadir anlardan biri spor yapma halimdir mesela. Gerçekten spor yapmak, vücudu hareket ettirmek kimyayı öyle bir etkiliyor ki, her gün canlı canlı mucize yaşıyorum bu sayede. Bunu ancak uzun süre düzenli spor yapan biri anlayabilir. Spor derken illa spor salonunun lüks aletlerine gerek yok, yıllardır her gün düzenli yürüyüş yapmak bile bu mucizeyi tatmaya yeter.

Vücuduna, ruh haline böylesi güzellikler katan bir şeyin sosyal hayatı patlattığı da bir gerçek! Spor yapıp bundan hunharca zevk alandan korkmayacaksın, ben bunu öğrendim! Eğlenmeyi, gezmeyi de bir o kadar sever çünkü bu tipler, bir de böyle manasız kaprisleri, insanı yoran arızaları olmaz genelde. İşte yıllardır sporun bana kattıkları bol bol endorfin, her daim 34 beden bir vücut yanında eğlenceli bir arkadaş grubu da oldu.


Hafta ortası da olsa dün akşam aman herkes tatile gitmeden son bir kez eğlenelim mantığıyla toplaştık bir güzel. Grubumuzun iş bitiricisi Sezocuğum Park Caddesi'ndeki Şaziye Barcode'da yerimizi ayırtıp sonra bize alkollü araba kullandırmamak için kocaman bir minibüs de ayarlayınca gitmek farz oldu. Bu kadar kalabalık olacağımızı bilmezdim ama sorun değil, spor kaynaştırır da zaten. Sonrası bol eğlence, sohbet, dedikodu ve göbek havasından ibaret.


Bu da, her ne kadar Handancığımın ayakkabıları mavi gibi çıksa da, gecemizin yeşil ayakkabılı kızlar klubünden:) Ne kadar minimal yaşayalım desek de, ayakkabıda tutmayın bizi!