28 Aralık 2012 Cuma

Şimdiye kadar gördüğüm en kuzey şehir: St. Petersburg!


Moskova'dan yerel havayolu şirketiyle 1 saatlik uçuşla St. Petersburg'da aldık soluğu.

St. Petersburg Çarlık Rusyası'nın başkenti olarak Moskova'dan farklı bir havayı solutuyor insana. Tıpkı bizim İstanbul-Ankara gibi eski yönetimin hükümsüzlüğünün altını çizmek için başka bir şehir başkent yapılıyor. St. Petersburg bu nedenle Moskova'dan daha sakin, daha nostaljik.



Mayıs ayı ve Kuzey Kutbu'na epey bir yaklaşmış olmamıza rağmen şansımıza hava hep 20 derecelerin üzerindeydi, azıcık güneş görünce açılıp saçılan Kuzeylilerin fotoğrafı bu da :)

Metro ağı Moskova'daki kadar geniş alana yayılmış durumda değilse de aktarmalarla, otobüs, minibüs ve banliyö trenleriyle istediğiniz her yere ulaşım ucuz ve kolay.

Baltık Denizi'ne bağlanan Neva Nehri ve St. İsaac Kilisesi şehrin görülmeye değer yerlerinden.





Panoramik turla şehrin görülmeye değer yerleri tadımlık olarak sunuluyor ve güzel bir hediyelik eşya dükkanından alacağımız hediyelikleri alıyoruz.

Şehrin hükümet meydanı denilen Neva nehrine paralel kıyısından yürüme mesafesiyle gezilecek yerlerin geneline ulaşılıyor. Hermitage Müzesi, Yeniden Diriliş Kilisesi, St. İsaac Kilisesi, Peter&Paul Kalesi, Kazan Katedrali, 1. ve 2. Dünya Savaşları'nda kullanılan Avrora Gemisi... Yine burada Neva Nehri'nin kanallarında tekne turu yapmanız için bir sürü yer de mevcut.








İşte Yeniden Diriliş Kilisesi'nin önünden ve arkasından görüntüler.









Hükümet meydanı ve Hermitage Müzesi. Hermitage Müzesi'ni gezmek saatlerinizi alabilir. Genellikle önceden randevu ile bilet alınıp saatli olarak geziliyor. İçeride beni en çok etkileyen Leonardo Da Vinci'nin bir Hz. Meryem portresi idi. Ne yandan baksanız, gözleri size bakıyormuş gibi görünüyor. Hermitage Müzesi'nde Leonardo Da Vinci'nin altı adet eseri bulunuyor. Bunun yanında Çarlık Rusyası'nın sarayı olan Hermitage, o dönemin saray eserlerinin de sergilendiği bir müze. St. Petersburg'un gezilmeden dönülmemesi gereken yerlerinden.








Yabancı ülkelerde en kıskandığım şey bu kocaman meydanlar... Kaykayla, faytonlarla gezenler, bisiklet turları atanlar, aylak aylak yürüyenler, şehir trafiğinden bunalmış yayaların nefes alma noktaları... Bir de böyle enteresan ulaşım araçları görünce iş daha da zevkli hale geliyor.







St. İsaac Kathedrali'nin dışarıdan görünüşü, St. Petersburg'un St. İsaac Kalesi'nden görünüşü.


Kazan Katedrali










Tekne turundan yakalayabildiğim kareler de bunlar.






Peter&Paul Kalesi de şehrin hemen her yerinden görünen sivri ve altın kaplamalı kubbesi ile dikkat çekiyor. Küçük bir adacık üzerine kurulan bu kale, aynı zamanda Dostoyevski, Lenin, Gorki, Troçki gibi isimlerin de zamanında "misafir" edildiği eski bir hapishaneyi de barındırıyor ve gezmek isteyenlerin ziyaretine açık.

St. Petersburg şehir merkezinde Dostoveyski Evi de görülmesi gereken yerlerden ben sadece dışarıdan gördüm ama her gezi rehberinde ziyaret edin diyorlar.










27 Aralık 2012 Perşembe

Mutluluk Projesi-Gretchen Rubin: "Dağıtılan Eli Oyna!"


Son zamanlarda en hızlı okuduğum kitap sanırım bu oldu.

Kişisel gelişim kitaplarına ortaokuldan beri mesafeliyim. Onu yapın, bunu yapın demekle olmayacağını düşünürdüm. Aslında bu fikrimden çok da uzaklaşmış değilim.

Ancak hayat bu kadar grift düşüncelerle de yaşanmaz. Mesela bazen küçücük bir çocuğun söylediği bir şeyde, bazen bir şarkı sözünde, bazen bir romanın/şiirin bir cümlesinde bambaşka bir aydınlanma yaşar, milyonlarca insanın es geçtiği o cümlede biz, hayatımızın önemli bir sırrını çözmüş oluruz.

Tasavvuf/felsefe/inanç/kişisel gelişim adı ne olursa olsun hep şunu derim: "Keramet verende değil, alanda." Siz almaya kapalıysanız zaten verilenlerin bir önemi yok. Dolayısıyla 400 sayfalık bir kitapta sadece bir cümle, hayatınızdaki bir şeyi değiştirse bile kar diye yaklaşmak lazım.

Mutluluk Projesi de Gretchen Rubin'in kendi kişisel gelişiminin kitabı. Yılın 12 ayı için, 12 karar alıyor ve her ay karar aldığı şey üzerinde kafa yorup yapması gerekenleri ve değiştirmek istediklerini hale yola koyuyor.

Kitabın en başında da belirttiği üzere bu yazarın "kendi" mutluluk projesi. Yani herkes mutlaka bunları yapmalı gibi bir iddiası yok. Ancak ilham vermesi, yol göstermesi açısından tamamen faydasız demek de haksızlık olur. Örneğin ben okurken bazen "yok bu öyle olmaz" derken, çoğunlukla "evet bu çok iyi fikir" dedim.

Yazarın aydınlatıcı gerçekleri:
- İnsanın kendini bir gelişim atmosferinde iyi hissetmek, kötü hissetmek ve doğru hissetmek hakkında düşünmek gerektiği,
- İnsanın kendini mutlu etmesinin en iyi yollarından biri başkalarını mutlu etmek; başkalarını mutlu etmenin en iyi yollarından biri ise insanın kendisinin mutlu olmasıdır.
- Günler uzun ama yıllar kısadır. Yaşanan anın tadına varmak gerekir.

Bununla birlikte yazarın minnet meditasyonları ile ilgili olarak yazdıkları beni de etkiledi. Şükretmenin önemi üzerine güzel bir bölümdü. Burada verilen örneklerden biri de, minnet meditasyonlarını unutmamak, atlamamak için, yazarın bilgisayar şifrelerini bunlarla ilgili kelimelerden seçtiği ve böylece bilgisayarın açılmasını beklerken bu meditasyonları yaptığıydı. Tuttum!

Bir diğer dikkatimi çeken düşünce ise, insan olarak mutsuzluğu başkalarını kontrol etmenin bir yolu olarak görmeye meyilli olduğumuz yönündeydi. Her zaman mutlu görünmek dışarıdan hiçbir çaba harcamadan mutlu olunduğu sanrısı yaratırken mutsuzluk birçok yanlış hareketin bahanesi olarak insanların toleransını yükselten bir şeydir, diyor.

Yazarın alıntıladığı aydınlatıcı sözler yanında kendisinin de uyarıcı güzel cümleleri var. Bunlardan benim dikkatimi çekenlere gelirsek:

"Önemli olan her şey önceden söylenmiştir.-Alfred North Whitehead"  (s.19)

"İnsanlar hatalarını senin sandığın kadar fark etmez.
 Yardım istemek kötü değildir.
 Çoğu karar fazla kapsamlı araştırma gerektirmez.
 Aradığını bulamıyorsan, ortalığı toplamanın zamanı gelmiştir.
 Ne yaptığını seçebilirsin, ama neyi yapmaktan hoşlandığını seçemezsin.
 Mutluluk seni her zaman mutlu hissettirmez.
 Her gün yaptıkların arada bir yaptıklarından daha önemlidir.
 Her şeyde iyi olmak zorunda değilsin." (s.23-24)

"Mutluluk projesi için hedeflerimden biri de tersliklere karşı hazırlıklı olmak, kötü bir durumla baş edebilmek için gerekecek disiplin ve düşünce alışkanlıklarını geliştirmekti.....Yaşamımı yeni baştan kurmak için bir krizin ortaya çıkmasını beklemek istemiyordum." (s.28)

"Öğrenci hazır olunca, öğretmen de belirir." (s.36)

"Gerçekten büyük olan bütün fikirler yürürken ortaya çıkar. - Nietzsche" (s.39)

"...bir dakika kuralı: bir dakikadan kısa sürede yapılacak hiçbir şeyi erteleme!
 gece toparlanması: yatmadan önce on dakikayı basit toparlanma işlerine ayır!" (s.49)

"Her ne kadar davranışlarımızın hissettiklerimize bağlı olduğunu varsaysak da, genelde hissettiklerimiz davranışlarımıza bağlıdır, duygularımızı değiştirmek için davranışlarımızı değiştirmek gerekir." (s.52)

"Ciddi olmak kolay, neşeli olmak zordur. -K.Chesterton" (s.59)

"İyi bir insan her zaman mutlu değildir, ama mutlu bir insan her zaman iyidir.-Oscar Wilde" (s.75)

"Aşk diye bir şey yoktur; sadece aşkın kanıtları vardır. İçimde nasıl bir aşk olursa olsun, başkaları sadece yaptıklarımı görecektir." (s.77)

"Güneşin öfkenizin üzerine batmasına izin vermeyin. Bu pratik olarak yatma zamanı gelmeden içimdeki kötü duygulardan kurtulmayı kesinleştirmek için her öfkemi ya da sıkıntımı titizlikle ve vakit geçirmeden gündeme getirdiğim anlamına geliyordu....Öfke henüz başlardaysa, genellikle suskunluk ya da görmezden gelinerek sonlandırılabilir." (s.88)

"Kendimi daha iyi ve daha az kötü hissetmem bir yana, ayrıca doğru hissetmek üzerine de düşünmem gerektiğini gördüm. Doğru hissetmek biraz daha karmaşık bir kavramdı: Yaşamam gereken hayatı yaşayıp yaşamadığımı belirleme duygusuydu.....
Doğru hissetmek sizin için doğru olan hayatı yaşamanızla, işinizle, yaşadığınız yerle, medeni durumunuzla ve başka birçok şeyle ilgilidir. Aynı zamanda erdemle de bağıntılıdır; görevinizi yapmanız, kendinizle ilgili beklentilerinizi yerine getirmenizle örneğin." (s.90-91)

"Mutluluk ne erdem, ne zevk, ne şu ve ne de budur; basit olarak gelişmektir. Geliştiğimiz için mutluyuz.-William Butler Yeats.
...Mutluluğu getiren, amaçlara ulaşmak değil, o amaçların peşinde koşma süreci, yani gelişimdir." (s.91)

"Görünüşe göre bir şeye hakim olmak için duyulan heves, doğuştan gelen beceriden daha önemlidir, çünkü uzmanlık geliştirmekte en önemli etken kişinin bu konudaki niyetidir." (s.96)

"...zorluklar ve yenilikler mutluluğun anahtar öğeleridir. Beynimiz sürprizlerle uyarılır ve beklenmedik bir durumla başa çıkabilmiş olmak kişiye güçlü bir tatmin duygusu verir." (s.99)

"Mutluluğun birçok çelişkisinden biridir bu: Yaşamlarımızı kontrol altına almaya uğraşırız, ama bilinmeyen ve beklenmeyen de önemli birer mutluluk kaynağıdır. Üstelik yenilikler beynin daha fazla çalışmasını gerektirdiğinden, yeni durumlarla uğraşmak daha güçlü duygusal tepkiler doğurur ve zamanın akışını yavaş yavaş ve daha dolu algılamamıza neden olur." (s.100)

"Zorlukların mutluluk getirmesinin bir nedeni de kendimizi tanımlamanızı geliştirmenize yardımcı olmasıdır...... Araştırmalar kişiliğinizi oluşturan ne kadar fazla öğe olursa, o kadar iyi olduğunu söylüyor. Çünkü bunlardan herhangi biri tehdit altında kalırsa, diğerleri alacağınız zararı telafi etmek için devreye girer." (s.105)

"Kişinin erimi kavrayışını aşmalıdır, yoksa bir cennet neye yarar ki? -Robert Browning" (s.107)

"Dr. Elisabeth Kübler-Ross'un ölüme dair beş keder aşamasını hepimiz duymuşuzdur: reddetme, öfke, pazarlık, bunalım ve kabullenme. Ben de mutluluğun dört aşaması olduğunu farketmiştim. Bir deneyimden mümkün olan en fazla mutluluğu elde etmek için onu beklemeli, oluşurken zevkine varmalı, mutluluğumuzu ifade etmeli ve iyi bir anıyı anımsamalıyız." (s.142)

"Bir olaya yönelik beklenti, bazen olayın kendinden alınandan çok daha fazla mutluluğa neden olabilir." (s.143)

"Araştırmalar psikoterapiye ya da zayıflama, sigarayı bırakma, egzersiz yapma ya da hangi amaca yönelikse bir programa katılan insanların genellikle değiştiklerine inandığını, ama gerçekte sadece az bir ilerleme kaydettiğini gösteriyor; görünüş o ki bu kadar para, zaman ve çaba harcadıktan sonra insanlar (çok fazla gelişmiş olmasalar da) 'uff, şimdi çok daha iyi olmalıyım', diye düşünüyor." (s.145)

"Eğlenmek konusunda ciddi ol." (s.147)

"...istediğim HERHANGİ BİR ŞEYİ YAPABİLİRİM, ama istediğim HER ŞEYİ YAPAMAM." (s.161)

"...hayallerim/arzularım ve listemdeki her şeyi yerine getirme çabası içinde oradan oraya koşturmakla meşgulken kendimi olduğum gibi kabul etmiyorum ve kendim olmama izin vermiyorum. Kendimi zorluyorum. Ama zorlamazsam, kendimle ve yaşamımla ilgili şeylerden memnun olmadığımı farkediyorum. Sanırım bir şeylerin peşinde koşmanın da, kabullenmenin de zamanı var." (s.164)

"Odun olmayınca, ateş söner ve laf taşıyan olmazsa çekişme biter." (s.169)

"...eğlencenin üç sınıfa ayrıldığını anlamıştım artık: İnsanı zorlayan eğlence, destekleyici eğlence ve rahatlatıcı eğlence..... zorlayıcı eğlence ve destekleyici eğlencenin uzun vadede daha çok mutluluk getirdiğini, çünkü insanları en mutlu eden öğelerin kaynağı olduğunu gösteriyor: güçlü kişisel bağlantılar, üstünlük, gelişim ortamı. Rahatlatıcı eğlence tanım olarak edilgin olmaya meyillidir. Rahatlatıcı eğlence en az eğlenceli olansa, televizyon seyretmek neden bu kadar popüler? Çünkü zorlayıcı ya da destekleyici eğlenceden daha çok zevk alsak da, bunun için daha da çok çaba harcamalıyız. Bu da enerji ve planlama gerektirir." (s.176)

"Ya sadece tek bir defa ya da her gün. Bir şeyi bir defa yapmak heyecan vericidir; her gün yapmak da heyecan vericidir. Ama diyelim ki günde iki defa ya da neredeyse her gün yaparsanız, heyecanı gider. -Andy Warhol" (s.176)

"Bilge kişinin görevi mutlu olmaktır. -Samuel Johnson" (s.182)

"Spontane karakter özelliği aktarımı. Araştırmalar bu psikolojik olgudan dolayı insanların benim başklarına yakıştırdığım nitelikleri farkında olmadan bana aktardığını gösteriyor..... Başkaları hakkında söylediklerim (beni tanıyan biriyle konuşsam bile) bana yapışıyor, dolayısıyla sadece iyi şeyler söylemekle bile doğru yapmış oluyorum." (s.201)

"Şikayet dinlemek perişan durumda olanlar kadar mutlu olanlar içinde yorucu bir şeydir. -Samuel Johnson" (s.203)

"Dağıtılan eli oyna." (s.208)

"Genel olarak ulaşmaya çalıştığım mükemmelliğe asla ulaşamamış, hatta çok uzağında kalmış olsam da, gösterdiğim çaba bu işe hiç girişmesem olabileceğimden çok daha iyi ve mutlu bir insan haline gelmeme neden oldu. -Benjamin Franklin" (s.210)

"Para ya da sağlık sorun olduğu zaman başka şey düşünemezsiniz pek, ama sorun değilken de bunlar üzerinde fazla düşünmezsiniz. Hem para hem de sağlık, mutluluğa daha çok olumsuz anlamda katkıda bulunur; yoklukları, varlıklarının getirdiği mutluluktan çok daha fazla mutsuzluk getirir." (s.216)

"Sevdiğiniz ya da istediğiniz bir şey varsa, birden fazlasıyla mutlu olacağınızı düşünmek hatasına düşmek kolaydır." (s.227)

"...istifleme huyumdan vazgeçmeyi, bolluğa güvenmeyi ve böylece eşyaları kullanıp gereğinde vermeyi, gereğinde atabilmeyi istiyordum. Sadece bu kadar da değil; çetele tutmak ve kar-zarar hakkında aşırı kafa yormaktan da vazgeçmek istiyordum. Harcamak istiyordum." (s.233)

"Bazen 'sonra' dediğimiz şey 'asla' oluverir." (s.237)

"Para: İyi bir hizmetçi, ama kötü bir efendi." (s.241)

"Çoğumuzun yaşamında öyle anlar vardır ki dünkü gibi olabilmek için dünyayı, her şeyimizi verirdik; üstelik o dün takdir edilmeden ve keyfine varılmadan geçip gittiği halde. -William Edward Hartpole Lecky" (s.251)

"Mutluluk bir 'nasıl' sorusudur, 'ne' değil. Bir beceridir, nesne değil. -Hermann Hesse" (s.264)

"Başkalarında beğendiğiniz özelliklerin ne olduğunu bilmek, kendi derinliklerinize ve henüz doğmamış benliğinize tuttuğunuz muhteşem bir aynadır." (s.265)

"...bazı insanlar sırf mutlu olmak için çaba göstermeye üşendiği için mutsuzdur. Mutluluk, enerji ve disiplin ister." (s.277)

"Bir tutkuyu zevk alınabilir hale getiren şeylerden biri, sonuçlar hakkında çok fazla kaygı duymak gerekmemesidir. Zafer için didinebilir ya da etkinlik ve sonuçlar üzerinde fazla düşünmeden oyalanabilir, kurcalayabilir, bir şeyler deneyebilirsiniz..... Bir gelişim atmosferi büyük mutluluk getirir, ama bazen de mutluluk, daha fazla gelişim görme baskısından arınmanızla birlikte gelir. Buna şaşmamak gerek; büyük bir gerçeğin tersi de çoğu zaman gerçektir." (s.292)

"Mutluluk kısmen harici şartlara bağlı olduğu gibi, oşartları nasıl gördüğünüze de bağlıdır." (s.297)

"Yaşamın içinden otomatik pilota bağlı halde yürüyüp geçmek yerine farkında bile olmadan yaptığım varsayımları sorgulamak istiyordum." (s.304)

"Kuveykırlar'ın insanın Tanrı'nın mükemmeliğine ulaşmayı istememesi gerektiğini vurgulamak için ürettikleri her şeyde bilerek bir hata yaptığını okuduğumu anımsıyorum. Kusurlu olan mükemmelden daha mükemmel olabilir." (s.306)

"Benim için bir şeyden yoksunluk ne kadar kolaysa, o konuda ölçülü olmak da o kadar zor gelir. -Samuel Johnson" (s.320)

"Bu arada, birçok insanın 'karar' yerine 'hedef' sözcüğünü kullandığını da fark ettim..... Bir hedefe ulaşırsınız ama bir kararı uygularsınız." (s.361)


25 Aralık 2012 Salı

Evimin ilk misafirlerinin ardından


Evimin ilk misafirlerini ağırladım, aslında üzerinden uzun bir zaman geçti ama ben notunu buraya geç de olsa düşeyim istedim.

Masa başında, uzun uzun sohbet edilen, demlik demlik çay içilen kız kıza toplantıları seviyorum ben. Anne evinde genellikle bu fırsatı bulamazken şimdi böyle bir şansım var. İşin ilginç yanı yemek-pasta-börek yapmak insanın stresini alan, müthiş bir terapi gibi. Ben her strese girip kendimi yemek yapmaya verdiğimde aklıma Nil'in Kek şarkısı gelir. "Kendimi kekle yatıştırdım", diye.


Kıymalı börek, peynirli şerit poğaça. Şerit poğaçanın tarifi www.pelinchef.com adresinden. Çok güzel bir site ve harika tarifler var, tavsiye edilir.


Dolmalık fıstık, havuç, roka ve cevizli nefis bir patates salatası. http://selinedair.blogspot.com adresinden. Aslında bir yemek sitesi değil, tatlı bir kızın blogu. Arada bir de böyle pratik tarifler veriyor.



Bu da bizim kış başlamadan, patlıcan mevsiminde Umutla yaptığımız patlıcanlı, kuru domatesli nefis bir ezme. O zamanlar robotumuz olmadığı için hepsini elimizde ezip çok yorulmuştuk ama değdi. Ankara simidiyle çok yakışıyor.



www.cafefernando.com Korova Kurabiyesi, bol çikolatalı, biraz bisküvi havası var ve şahane!



Böğürtlenli pasta.

Yedik, içtik. Sımsıcak sohbetler ve bol övgüyle günü tamamladık.


24 Aralık 2012 Pazartesi

Beyaz Kraliçe, Philippa Gregory


Bundan yaklaşık 5 yıl önce bir Philippa Gregory rüzgarı esmişti, Boleyn Kızı ile. Herkesin elinde, dilindeydi bu kitap. O zaman okumamıştım. Ancak başka bir Philippa Gregory kitabını, Kraliçenin Soytarısı'nı okumuştum. Kitapla ilgili tek hatırladığım o kütük gibi kitabın birkaç günde bittiğiydi. Son derece akıcı, kolay okunan bir kitaptı.

Geçenlerde D&R'da kampanya olduğunu ve indirimden iki kitap aldığımı söylemiştim. İşte Beyaz Kraliçe bunlardan biriydi, Boleyn Kızı ve Kraliçe'nin Soytarısı referansıyla, fiyatı da uygun bulunca alayım, dedim.

Yazar İngiltere tarihine ışık tutan kitaplarıyla tanınıyor. Beyaz Kraliçe de üçlemenin ilk kitabı... Elizabeth ismindeki kraliçenin ekseninde İngiltere'deki Plantaganet sülalesinin taht mücadelesini anlatıyor. Deyim yerindeyse, aşk, entrika, hırs, ihtiras beşiğinde bir beyaz dizi kitabı okuyacağınız.

Çok zevk aldım mı, bir şeyler kattı mı derseniz, özellikle son 100 sayfası bitsin diye kitabın gözünün içine baktım resmen. Akıcı, okunabilir ama "açmadı" demek daha uygun sanırım. Bunun birkaç sebebi var, bir kere kitabın derinlikli bir anlatımı olduğunu söyleyemeyeceğim. İkincisi kitapta onlarca Elizabeth, Edward, Richard, Henry, Margeret ve George karakteri var. Hangisi, hangisiydi diye zaman zaman karıştırmamak elde değil. Tahttan inmeler, savaş kazanmalar öylesine basit şekilde anlatılmış ki, neredeyse geçiştirilmiş.

Ancak tabi kazanımlar da var muhakkak.

Dönemin İngiltere'sine ışık tutuluyor. Birkaç sülale arasında durmadan devam eden iktidar mücadeleleri örneğin. Yapılmadık kıyım, entrika kalmıyor. Sosyal yaşam hakkında fazlasıyla ipucu ele veriliyor. Dönemin ahlak anlayışının farklılığını çözüyorsunuz.

Öte yandan Melusina isimli su tanrıçasının soyundan geldiği söylenen Kraliçe Elizabeth'in taht hırsı ve mücadelesine de şaşkınlıkla şahitlik ediyorsunuz.

Kitap üçleme olduğu için sonu havada kalıyor. Devamını merak edenler Kızıl Kraliçe ile devam edebilir. Ancak ben en azından yakın bir zamanda okuyacağımı zannetmiyorum.

20 Aralık 2012 Perşembe

Stranger in Moscow-2









Moskova’daki ikinci günümüzde yine Kızıl Meydan-Kremlin dolaylarına gitmek üzere yola çıktık. Bu kez amacımız Kremlin Sarayı’nın içini gezmek… Tıpkı bizim Topkapı Sarayı’nda ya da bilumum saraylarda olduğu gibi Hazine, Giyim gibi çeşitli bölümler var ve bu bölümlerin her birine ayrı ayrı giriliyor. Kapılarda hep kuyruk, bol bol turist. Biz sarayın içiyle beraber ayrıca Hazine bölümüne de girdik, yüksek güvenlik önlemleri altında. Geçen iki buçuk yılın ardından, içeride fotoğraf çekmek de yasak olduğu için, aklımda tek kalan pırıl pırıl parlayan safir bir gerdanlıktı ki öyle mücevhere filan düşkün biri değilimdir, varın düşünün orada yatan serveti!


Ardından Kızıl Meydan’da dolaştık. Bir dilek halkası var, St. Basil Kilisesi'nin karşısındaki geçitten geçtikten hemen sonra karşımıza çıkıyor. Oradan arkanıza doğru bozuk para atıyorsunuz ve para çemberin içinde kalırsa dileğiniz kabul oluyor. Buraya kadar enteresan bir durum yok dünyanın her yerinde böyle dilek noktaları var zaten. Ancak fotoğraftaki eflatun trençkotlu kadının elinde altında yapışkan olan bir poşet var ve poşeti yere koyup kaldırınca bu paralar poşete yapışıyor. Biz de gıcıklığına Türk parası 5-10 kuruşları attık!



Ardından Lenin'in anıt mezarını gezdik. Zaman ne kadar akışkan, değişken. Koca bir ülkenin, dünyanın, milyonlarca insanın kaderini değiştiren bir adam şimdi mermer bir mozolenin içinde. Tam karşısında kapitalizmin sembolü markaların olduğu devasa ve ultra lüx bir alışveriş merkezi ile bakışıp duruyorlar.



İşte o alışveriş merkezi de bu.



Ve yorgunluktan bulduğumuz her basamağa, her çıkıntıya, her banka oturduğumuz anlardan biri.




Moskova'ya gitmeden önce bloglarda takip ettiğimiz kadarıyla İsmailova Parkı'nı mutlaka görmelisiniz tavsiyesine uyarak Kızıl Meydan'dan metroya binip birkaç aktarma ile şehrin dışındaki İsmailova Parkı'na ulaştık. Onların parkları bizim orman diyeceğimiz büyüklükte. Ağaçlar devasa, parkın alanı kocaman! Biraz yürüyüp yeşillikler içerisinde dolaşıp ayakkabıları çıkarıp toprağa bastık.




Ardından Arbat Sokağı'na gidip bir keyif molası verdik. Kahve ve bol çikolatalı bir pasta eşliğinde Starbucks'ın koltuklarında yine ayakkabılarımızı çıkarıp bağdaş kurarak dinlendik. Bu arada yanımızdaki masada oturan sevimli ve yaşlı bir Fransız çiftle bol bol sohbet ettik, herhalde bağdaş kurmamızdan kanları kaynadı, "bizim de Türk komşularımız var" diye aldılar ellerine sazı.

Arbat Sokağı'nda Puşkin Evi müzesi bulunuyor. Tarihi bir ev, ahşap dokulu, sanat ve edebiyat kokulu. Yine fotoğraf çekmek yasak. Burayı da gezdikten sonra otele gidip zonklayan ayaklarımızı rahatlatırken şu Rus votkası nedir bunu bir deneyelim dedik.



Otelimizin güzel manzarası eşliğinde Rus votkalarını içtik. Votkaları almaya Selda gitti. Derdini oradaki kadına anlatamamış bir türlü, sonra bir Türk bulmuş onun tavsiyesiyle bir Rus votkası almış. Yanına da karışık meyve suyu, elma suyu filan, Türkiye'den alışkanlıkla, ancak adam ısrarla shot yapın demiş. Odaya geldi, meyve suyuyla votkayı karıştırıp içiyoruz, bir zevk almıyoruz. Sonra madem adam tavsiye etti shot yapalım bakalım dedik, birkaç shotla küçük şişeyi bitirdik. Ardından yattık. Küp gibi uyuyup, zımba gibi uyandık. Hani içki içilen akşamların sabahında baş filan ağrır ya hiç alakası yok, ciltler pırıl pırıl, hiç olmadığımız kadar dinlenmişiz. Rus kızlarının güzellik sırrı anlaşıldı, dedik. Bizdeki votkalar ispirtodan yapıldığı için illaki kolayla, meyve suyuyla tatlandırmak gerekiyormuş ancak votkanın hasında buna gerek yokmuş. İkişer şişe de çantalara atıp Türkiye'ye getirdik.




Ve Moskova'dan ayrılışımız öncesinde otelin önünde bekleme anında çekilen bir fotoğraf. Güzel oteldi, Holiday Inn. Otelin hemen yanında içecek satan bir market var, oradaki sarışın kadın çok suratsız ve ne istediğinizi anlamayınca panik oluyor bilgilerinize!