30 Ekim 2013 Çarşamba

Aaaa buradaymışım!

Yapılanlar artınca yazılanlar azalıyor. Bir de buna teknik sorunlar eklenince blogda beni ara ki bulasın!

Aybaşında ani bir hava soğuması yaşadık tam o günlerde apartmanda kalorifer kazanının değişeceği tuttu. Öyle ki eve gitmemek için nereye gideceğimi, ne yapacağımı şaşırdım, hatta bir sabah dizimi bir yerlere çarpıp kanatmışım ve hissetmemişim bile. Bu soğuk gecelerden birinde üzerime battaniye, kucağıma sıcak su torbasını alıp film keyfi yaptım. DVD’cimin isabetli seçimlerinden "Trance" bir Danny Boyle filmi. Bir müzayede çalışanı olan Simon önemli bir eserin çalınması için işbirliği yapar ancak daha sonra başına aldığı bir darbe nedeniyle olayı ve eserin yerini hatırlayamaz, suç ortakları tablonun yerini öğrenmek amacıyla onu hipnozcu Elizabeth’e götürürler. Bir Danny Boyle filmi olması, çok şaşırtıcı, çok sarsıcı bir film olduğunu söylememi gereksiz hale getiriyor. Heyecanlı, olayların aslını ancak film bittikten bir süre sonra algıladığımız bir film. Hatta oyunculuklar öyle iyiydi ki bir süre hayır aslında böyle olmamalıydı diye filmin sonuna direndim bile diyebilirim. Ayrıca kadın güzelliği-kusursuzluğu üzerine güzel örnekler, göze batmayan detaylarla verilen mesajlar filmin etki alanını genişletiyor. E kış da geldi, bir akşam DVD keyfi yapmak için iyi bir seçim olabilir, benden söylemesi.


Ekim ayı içerisindeki bayram tatili sezonun sonunda ilaç gibi geldi açıkçası. Biz aile saadetiyle her şey dahil beş yıldızlı bir otelde 6 gün geçirdik. Şiddetle karşı olduğum bu tarz tatil, aşırı sıcak olmaması ve kalabalık aile ortamında curcunalı geçmesi sebebiyle olabileceğinden daha keyifli geçti açıkçası. Antalya Side’de Cesars Resort Hotel’de geçti bayram tatilim. Konumu gerçekten muhteşem, son gün hava bozunca lobiye tıkılıp kalmak dışında zihni dinlendiren bir tatil oldu. Okudum, yürüdüm, denizin tadına baktım, akşam güneş batıp hava serinleyince kendimizi serin denizden sıcak hamama attık, güle eğlene birbirimizi yıkadık! Hayatta en çok nazlandığım insanların bir arada olmasını fırsat bilerek bir ona, bir öbürüne kapris yaptımJ


Okumalarım yavaşladı bu aralar. Yine de günde 2 sayfa da olsa her gün elimde bir kitap var ama. Tatilde “Nasıl Kadın Olunur?” isimli kitabı okudum. Başlangıçta chicklit kitabı olduğunu düşünmüştüm ama konusunu okuyup aslında pembe renkli eğlenceli kapağının ve adının tam aksine feminizmle ilgili bir kitapla karşılaşınca ilginç gelip aldıklarımdandı. Anlatış biçimi hayli eğlenceli.

Feminizmi “erkek düşmanlığı”ndan çok başka bir yerde ele alıyor bu kitap. Yazarın kendi hayatından örneklerle anlatılıyor. Kadınlara dayatılan güzellik kriterlerinden, cinsellik, evlilik, ilişkilerden dem vurarak kadın-erkek eşitsizliğini vurguluyor kitapta. Ancak çok eğlenceli ve komik bir anlatımla.
Örneğin, kadınların neden ağda yaptığını sorguluyor, bunun çıkış noktasının porno filmlerde olduğunu ve sadece yapılan işin iyi görünmesi için yapıldığını iddia ediyor, boşuna ağdayla uğraşıp kendimize eziyet etmeyelim diyor! Erkeklere güzel görünmek için rahatsız iç çamaşırları giymeye karşı çıkıyor, “sanki onlar bizi mutlu etmek için donlarından 2 Prag bileti mi çıkarıyor” diye açıklıyor bu durumu.
Erkekler ölsün gebersin de biz haklarımızı öyle bulalım demiyor, onların aynı şekilde olduğu bir dünyada şartları iyileşen kadınlar olalım diyor.

Arada kocaman kahkahalar ata ata değişik bir şeyler okumak isterseniz bu kitabı koyun sepete.
Bunların dışında benim hayatım sporla, dostlarla ve Mr. Balmy ile geçiyor.





Pilates Reformer PT’si aldığımı daha önce bu sayfalarda okumuştunuz. 7 dersin ardından yapamadığım bazı şeyleri yapmaya başladım, özellikle esneklik konusunda çok aşama kaydettiğimi ve gerçekten hocayla bire bir çalışmanın grupla ya da kendi başınıza yaptığınız spordan çok daha etkili olduğunu fark ettim. Ben ki kondisyonu iyi, güçlü ve spora yıllardır ara vermemiş biri olmama rağmen zaman zaman öyle zorlanıyorum ki daha önce hiç spor yapmamış gibi hissediyorum. Bu özel derslerin benim için en önemli özelliği motivasyonu yükseltmesi oluyor. Bir kere yediklerime dikkat ediyorum, gaza geliyorum, daha sağlıklı yaşamaya çalışıyorum. Hele ki hocayla elektriğiniz tutarsa gerçekten motivasyon üçe beşe katlanıyor. 10 derslik aldığım PT’nin devamı gelecek gibi görünüyor.

İşin spor kısmı işte burada, kızlarla ve Mr. Balmy ile keşiflerse başka bir postun konusu... Bomba keşifler var, ona göre...







18 Ekim 2013 Cuma

Ateşe baca lazım, kitaba hoca lazım, bana bi koca lazım, o da bu gece lazım

Geçtiğimiz günlerde medeni halimin “evli” olarak değişmesinin üzerinden tam bir yıl geçti.
Artık kimse “alıştın mı, nasıl gidiyor” diye sormuyor. Hatta bir arkadaş “1,3,7 eşiğinden ilkini geçmişsiniz, tebrikler” dedi.


Genellikle hiç evlenmemiş insanların “evlilik insan doğasına aykırı yaaeee, çok saçma yaneeee”  gibi klişe yorumlarına kulak asmadım ben hiç ya da mutlaka evlenmeliyim, bir kocam olmazsa ölürüm de demedim. Her şeyin bana ve karşımdaki insana bağlı olduğunu düşündüm. O yüzden “evlilik bana göre değil” demek yaşayacağınız şeyi bir kalıba sokmak demek, oysa bilemezsiniz sizi neler bekliyor, nasıl davranacaksınız ve karşınızdaki nasıl olacak. Herkes evliliği aynı şekilde yaşamıyor, buradan başlamak lazım.

Benim annemle babam otuz altı yıldır birlikteler, hiç ayrılmamacasına. Yani birbirleri olmadan gezmeye, tatile gitmezler, birbirlerinden çok bağımsız bir çevreleri hiç olmadı, aynı giysi dolabını kullanıyorlar, her hafta sonunu da ikisi beraber geçiriyor. Oysa benim evliliğimde böyle bir şey yok. Mr. Balmy’nin de, benim de ayrı birer hayatımız, bunun yanında ortak bir alanımız var. Giysi dolaplarımızı bırak, giyinme odalarımız, kullandığımız tuvalet bile ayrı. O evde otururken ben arkadaşlarımla gezip eğleniyorum, ben arkadaşlarımlayken o da kendi arkadaşlarıyla bir şeyler yapabiliyor. Ancak birbirinden kopuk, herkes kendi hayatını yaşıyor durumumuz da yok. Birbirimizden hep haberdarız, zaman zaman bu farklı arkadaş gruplarını bir araya getirip eğlenceye hep beraber devam ettiğimiz de oluyor.

Verdiğim bu iki örnekten biri doğru, diğeri yanlış demek için anlatmadım bunu. Herkes farklı yaşıyor, farklı şekilde mutlu oluyor. Biz eve kapanıp günlerce birbirimizle kalınca bunalıyoruz, arada farklı şeyler yapınca birbirimizi özleyerek eve geliyoruz, birbirimize karşı daha sabırlı ve anlayışlı oluyoruz. Biraz nefes almış, mola vermiş oluyoruz sanki.

Evliliğin bence en güzel yanı bir “düzen”inin olması, kendine ait bir yaşam alanı kurman. Şimdi denilebilir ki bunun için evlenmeye gerek yok. Benim düzenden kastım yalnız yaşamak değil, çünkü hiç sevemedim ben yalnız yaşamayı. Yatmadan yatmaya zar zor gittiğim, evin eksiğinin hiçbir öneminin olmadığı amaçsız bir düzen oluyor o. Evde bir erkeğin daha kolay yapacağı bir işi yaparken hayıflanıyor insan, boşluk hissediyor. Bunu kastediyorum. Tabi ki ille de kocanız olmalı, başınızda bulunmalı demiyorum. Çünkü katlanamadığın bir insanla her gece aynı havayı solumak muhakkak ki zor. Ancak sevginin ve saygının olduğu bir ilişkide “evlilik” hayatı gerçekten iyi gidiyor.

Bir formülü yok bunun. Evlilik bir kumar, iyi de çıkabilir, kötü de, gerçekten bilemiyorsunuz ya da bu doğrudur, şu yanlış gibi bir şey yok, iki farklı insan, maya, hayata bakış açısı farklı olunca sevmek, saymak da yetmiyor. Ancak şunu biliyorum, birini sevmek zaman zaman gururunuzu bir kenara bırakmayı gerektiriyor, bazen yapmayı hiç sevmediğiniz şeyleri yapmaya zorluyor, bazen sırf o mutlu olsun diye debelenip durmayı gerektiriyor. Ama emek verilen her şey ayrı bir güzel oluyor, daha çok kenetleniyorsunuz.
Neyse daha fazla anneler misali konuşmayı bırakıyorum.

Bu haftasonu kutlamamızı yapmak üzere İstanbul’daydık ve ne tesadüf ki beraber olduğumuz 3 yıldır, her yıl bu tarihlerde İstanbul’da oluyoruz. Gelenek haline geldi bile denilebilir.


Yola canım Demet, eşi Uğur ile birlikte dörtlü olarak çıktık. Nefis Boğaz Köprüsü’nden geçip kendimizi Bebek’e attık. Kırıntı’da tatlı, çay, kahve molasının ardından Boğaz’da bir süre yürüdük. Ardından Demetler’i İstanbul’daki arkadaşlarının yanına bırakıp biz de Cihangir’deki otelimize attık kendimizi. Residance La Vue Hotel’in birinci katında kısmi deniz manzaralı süit bir odada kaldık. Hemen karşısında İspark’ın otoparkına arabamızı bıraktık.


İstanbul öyle bir şehir ki her ne yapmak isterseniz onu yapmak için illa ki önünüze bir fırsat geliyor. Otelimizden yürüyerek Galata’daki Akın Balık’a gittik. Güneşi batırana kadar ayaklı çay bardaklarında rakımızı içtik, balık, kalamar, mezeye doyduk. Oradan bir İstanbul klasiği Tünel’e binip kendimizi İstiklal Caddesi’nde bulduk, kafamız güzel, İstanbul havasını soluduk zevkten dört köşe. Bir yerde oturup kumda pişmiş Türk Kahvesi içtik. Ardından yürüye yürüye Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’na attık kendimizi. Şahane bir İlhan İrem performansı izledik, soğuğa rağmen!

İlhan İrem çocukluğumda birkaç şarkısı yanında, ilginç klipleri ile de hafızamda yer etmişti ancak asıl hayranlığım üniversite zamanlarında başladı. Tüm albümlerini kaset olarak arşivleyip birçok şarkısını da ezberlemiştim. Ardından araya zaman girdi, ben müzik dinlemekten uzaklaştım biraz. Bundan yaklaşık 6 ay öncesinde tv’de bir İlhan İrem belgeseli görüp izlemeye başlayınca Mr. Balmy de, ben de hayretle fark ettik ki ben her şarkıyı ezbere biliyorum! Sonra birden yıllardır aklımın ucundan geçmeyen bir şeyi fark ettim: Ben İlhan İrem’i çok seviyorum ve dünya gözüyle bir kez izlemek istiyorum! Sonra bir de baktık 21 Eylül’de Harbiye Açık Hava’da konseri var. Tam da evlilik yıldönümü haftasına geliyor, yapalım bir hovardalık dedik, iyi ki demişiz! Muhteşem bir ses, dopdolu bir sanatçı, çok çok başarılı bir orkestra… Böyle efsaneleri sahnede bir kez canlı canlı görmek şart!


Konser sonrası kendimizi otele attığımızda yorgunluktan neredeyse bayılmıştık. Sabah uyanıp bu kez Karaköy’e indik birkaç dakikada. Meşhur kahvaltı mekanı Namlı Gurme’de peyniri bol, lezzetli bir kahvaltıdan sonra ağır aksak Galata’yı turladık, Eminönü’ne geçtik, yağmura yakalandık, Yeni Cami’ye sığındık. İstanbul şehri Nişantaşı, Bebek filan değil bence, Karaköy, Galata, Cihangir… Bir tarih var, ruh var, gerçekten her geldiğimde bambaşka bir şey keşfediyorum, bu sefer de hayranlığım katlandı. O kadar mahvedilmesine rağmen hala güzel, hep güzel!

Sonra otele gidip arabamızı aldık. Dörtlü ekibimize Anadolu yakasında Suadiye Cafe’de Ayşem ve Aykut da katıldı. Bir-iki saatlik keyifli sohbetten sonra zar zor ayrıldık İstanbul’dan. En kötüsü Ankara’ya dönüş misali. Allah tekrarına erdirsin ne diyelim!