10 Kasım 2013 Pazar

Gerçekte ihtiyacımız olmayan şeyleri almak için sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz

Bu ara buna taktım biliyorum.

"Hiçbir iş bulutların üstünde gezdirmez."
"İş güzel bir şey olsa üstüne para vermezlerdi."

Peki hobisini işe dönüştürenler? Ya da yaptığı işten hunharca zevk alanlara ne demeli? Asla anlayamıyorum. Ya çok para kazandıkları için o zevki alıyorlar ya da hakikaten hayatta onları işten daha fazla bir şey tatmin edemiyor ki, bu onlara özenmemi değil aksine acımamı sağlıyor.


Hobisini işe dönüştürenlere de diyecek lafım yok. Ben de denedim, ufak paralar da kazandım yalan değil, ama o zaman o hobin de bir stresli bir hal alıyor. "Aman beğenirler mi, nasıl fiyatlandırma yapsam?"

Öte yandan yaratıcılığımı da baltaladı açıkçası bu durum, kafanda düşünüp yeni bir şey çıkarmak işin zevk veren yanıyken karşındaki şöyle bir şey olsun dediğinde işin içine zorunluluk giriyor ve işin hobin olmaktan çıkıp yine işin haline geliyor. Ben en iyisi bunu özel günleri olan dostlarıma sürpriz olarak yapmaya devam edeyim deyip bıraktım.

Hala da "benim işim" ne bilmiyorum. Çünkü içinde yaşadığımız zamanların gereği bu, herkesi kalbinin ortasından vuran bir "iş"i olmalı. Yani işletme bitirdim, mali müşavir oldum, para kazanıyorum, mutlu değilim ama karnım doyuyor bakış açısı artık demode oldu. Artık hangi iş seni kalben tatmin edecekse ona uzunca bir süre emek ve para harcıyorsun. Yoga tutkunuysan yoga eğitmeni, mutfak aşığıysan pastacı, ruhani konulara meraklıysan yaşam koçu, dekorasyon işleriyle ilgiliysen organizatör oluyorsun, karnın doyarken ruhun da doyuyor, bu içindeki mutluluk işine bulaşıyor, o işi aşkla yaptıkça daha çok para kazanıyorsun. Üstelik bu işlere bulaşanların çoğu aynı zamanda bu işlerini bloglara taşıyor. İşin böyle güzel bir yanı da oluyor, bir muhasebecinin her gün tuttuğu kayıtları blogunda paylaştığına hiç rastlamadım!

Ben "iş"imi bulamadım hala. Neye tutkuyla bağlıyım? Seyahat etmeye, spor yapmaya, yazı yazmaya, biraz da süs püs işlerine... Hangisi işin olsun dersen, hiçbiri... Spor mesela... Bir-iki yıl biraz emek, biraz para harcayarak bir sürü sertifika alabilirim ama ben bunun benim hobim olmasını istemiyorum ki, başkalarına spor yaptırarak para kazanmak değil, kendim spor yapmak istiyorum. Seyahat etmek bir zaman işim değilse de, işimin önemli bir parçasıydı, bir süre sonra "yatağımda uyumak istiyorum artık" diye ağlamaya başladım. Çünkü kendi istediğim yere, istediğim kadar gitmek ve orada "tatildeyim" ruh haliyle gezmeyi seviyorum ben. Zorunluluklar iş hayatının en önemli kırılma noktası bence.

Tam da bütçe döneminin başlamak üzere olması bana bunları yazdırdı sanırım. "İş"imi henüz bulamadım, bir gün bulmaya niyet ediyorum, şimdi olsun!

Bu hafta yarım kalanları tamamladığım, uzun zamandır yapmaya niyetlenip bir türlü yapamadığım şeylere başlama haftasıydı. Günlük tutmaya başlamak gibi... Uzun, upuzun zaman geçip ya buluşalım, ne zaman buluşuyoruz, deyip bir türlü buluşamadığımız arkadaşlarımızla bir araya gelmek gibi.


Önce işyeri voleybol turnuvasında iyice kaynaşıp ardından karaoke akşamları, ev partileri, yemekler, maillerle şarkı paylaşımlarıyla iyice kaynattığımız ama bir zaman sonra görüşemediğimiz arkadaşlarla Üstad Restoran'da bir akşam yemeği yedik. Cuma akşamı olmasına rağmen oldukça sakin bir mekandı. Gitarla şarkılar söyleyen Korhan Bey'in sahnesi çok iyi olmasına rağmen servisi başarısız buldum. Mezeler son derece küçük porsiyonlarla geliyor ve istediğiniz şeylerden bambaşka şeyleri masanızda bulabiliyorsunuz.




Assos Meyhane'de ise sahne alan canım arkadaşımızı dinlemeye gidip ardından geçen hafta Ankara'ya açılan Sess'i hayırladık. Sess için söylenecek en önemli şey: Müzikler bir harika!

Sinemada Benim Dünyam ve Behzat Ç.'yi izledik. Uğur Yücel'i çok severim, Benim Dünyam da kötü bir film diyemem ama ruhum karardı resmen, ki ben öyle filmlerden çok etkilenmem, tüm akşamım rezil oldu. Behzat Ç. ise umut dolu bitişiyle keşke her şey filmlerdeki gibi olsa, dedirtti!


Bu hafta ise tam yirmi yıllık arkadaşlarımızla toplaşma zamanı geldi. Çocukluk öyle bir şey ki o zaman yaptığın, gittiğin, yediğin, içtiğin her şeyin ayrı bir özlemi var. Çocukluk arkadaşları mesela, istersen şimdi ortak hiçbir paydan kalmasın seni en yargılamadan, en art niyetsiz halleriyle kucaklıyorlar. Farklılıklarınıza rağmen bir bütünleşme hali oluyor, ilginç bir şekilde o zaman sevdiklerini yine çok seviyorsun, sevmediklerini de bin yıl geçse sevemiyorsun. Benim ortaokul arkadaşlarımın çoğu da böyledir, kızlı erkekli birçoğunun bendeki yeri hep ayrıdır, o yıllar ömrümün en keyifli zamanlarındandır. İşte bu hafta hamilesinden, şarkıcısına küçük bir grup olarak uzun zaman sonra yine bir aradık, doyamadık!


Ardından sakin bir akşam geçirmek üzere Armada'daki Feel Good'daydık, barmeni yanıma çağırıp "bugün içim yanıyor, ağzım kupkuru, bana özel bir kokteyl yap" diyip, karşılığında da bol naneli bir kokteyli masamda bulmam işten bile değildi, bu kadarcık şey bile insana kendini özel hissettiriyor ne yalan söyleyeyim.

Hep özel kalmak dileğiyle...



4 Kasım 2013 Pazartesi

Bu bir dünya şeyime, minaresi de öbür şeyime yazısıdır!!!

Merkür geri gidiyor bu ara. Her şeyi buna bağlamak o kadar kolay ve güzel ki…

Sabah yataktan kalkışım lanet getirerek bu aralar, tabi bir iş günüyse uyandığım. Sonra birkaç nefes egzersizi, yüz yogası derken gün için gereken hayat enerjisi geliveriyor üzerime. Kahvaltımı yapıyorum, spor yapacaksam kayısı kıvamında bir yumurta mönüye eklensin! Kocaman bir de beslenme çantası: Halamın bahçesinden kafam kadar bir elma, yağsız yoğurt, yine halamın bahçesinden toplayıp özenle kurutup bana hazırladığı çiğ badem, fındık, ceviz üçlüsünden bir kuble.

Trafikte azıcık söylenme… Kendime söz verdim sinirlenmeyeceğim, sinirlensem de hırslanmayacağım, sadece “şefkatle söyleneceğim” ve o anda unutacağım ve sanırım başardım bunu da!

Geldik işe… Bu durağan ve sessiz iş benim gibi hiperaktifliğin gözüne vurmuş birine göre değil bunu anladık ama yine de işimi sevmek, hadi abartmayayım sevgiyle kabullenmek kısmının da üstesinden gelmeye çalışıyorum, para kazanırken mutsuz olup bu mutsuzluğu para verilen şeylerle giderme paradoksunu çözmenin peşindeyim. Yolum uzun…

Çıkıp koşa koşa spora, o yoksa bir plan program, hiç olmadı evde kendime zaman ayırma. Mr. Balmy ile, olmadı bizim kızlar tayfasıyla zaman geçirme, uyuma, uyanma, bu sevgi dolu rutini tekrar edip durma…
Günlerim böyle akıyor işte.


Kalabalık kızlar grubumuzla da keşif, sohbet ve eğlenceye devam ediyoruz. Sekiz-on kişilik ekiple zaman zaman ev toplaşmalarında şarap gecelerinde uzun uzun sohbetler ediyoruz, zaman zaman kendimizi bir meyhanede efkarlanırken ya da göbek atarken buluyoruz. Bu kızları seviyorum ben, hepsinde ayrı ayrı hikayeler, ilgi alanları, hassasiyet… Tek bildiğim efkarları bile güzel, insanı aşağı çekmeyen cinsten, hayatım boyunca beni en iyi motive eden, hayat karşısında hızlandıran, coşturan arkadaş grubum onlar oldu, gerçekten!





Ev toplaşmalarımız harika sofralar yanında derin konuları da beraberinde getiriyor. Aşk, ilişkiler, seks bunların başında, ama ilginçtir, erkek dedikodusu diyemem bunlara, konumuz “biz” odaklı. Sonra sağlıklı yaşam, nasıl birer “fitness girl” oluruz, evrene ne mesaj göndersek, yoga mı, pilates mi diye sürüp gidiyor, her ayrılık damakta güzel bir tatla bitiyor. Evet biraz aşk gibi bahsettim biliyorum ama hissiyatım bu ne yapalım! 

Gelelim keşiflere:

1.       Anason Meyhane

Havaların soğumaya başladığı günlerde spor sonrası, hem de ben İstanbul’a doğru yola çıkmadan, üstelik de hiçbir hazırlık yapmadan birkaç saat önce buluştuğumuz bir mekan. Küçük, sevimli ve kaliteli. Aslında benim bayıla bayıla gittiğim Cafe Botanica’nın arka tarafı, sanırım mekanlar ortak, hep ön bahçesinde oturduğum yerin arkasına dolaşmak hiç aklıma gelmemiş! Hafif müzikle sohbetli rakı-balık sofraları için ideal.



2.       Kalispera

Canlı müzikli, eğlenceli meyhane akşamlarını sevenler Ankara’da illa ki bir kere de olsa kendilerini Meandros’ta bulunmuştur. Kalispera Meandros’un hemen yanında. Meandros’a göre alanı daha ferah, mezeler başarılı, müzik hat safhada coşturucu. Tek sorun siz pistte göbek atarken garsonlar ve tuvalete gitmeye çalışan müşteriler tarafından sürekli olarak rahatsız edilmeniz. Sahneyi ve pisti başka yere taşımak gibi basit bir çözümle halledilmeyecek bir şey değil neticede, beğendim, olmuş.

3.       Mutlu Lokantası

Mr. Balmy ile keşiflerimize gelirsek, onlar daha ziyade damağa hitap eden cinsten. İkisi evimize yakın olmaları dolayısıyla Güvenlik Caddesi’nde yer alan ve yan yana duran biri balıkçı, diğeri döneri ile ünlü yılların lokantası.
İlk olarak Mutlu Lokantası’ndan bahsedecek olursam, son derece salaş bir mekan burası, üç-beş masa içeride, üç-beş masa dışarıda. Döneri, kuru fasulye ve pilavı ile ünlü. Akşamüstü tüm yemekler bitince dükkanı kapatıp gidiyorlar. Biz dönerinden tattık, çocukken yediğim Ankara döneriyle aynı tattaydı. Yanına kızarmış bir de ekmek getiriyorlar yemelere doyulmaz. Yakınlardaysanız paket servisi de var. Biz bir kere de eve söyledik ama yerinde yemenin tadı bambaşka!


4.       Balıkhane Derin Deniz Su Ürünleri

Burası da salaş bir balıkçı havasında. Amasra salatasını, ızgara ahtapotunu ve ızgara çinekopunu denedik. Izgara balığı ağır ağır pişiriyorlar, gerçekten nefis bir tadı var, anlatılmaz sadece tadına varılır. Ancak balığın gelmesi uzun sürüyor, o yüzden öncesinde Amasra salatasını ve deniz ürünlerini de denemeniz için bir fırsat. Ben ızgara ahtapotuna da, salatasına da bittim, gerçi açlıktan fotoğraflamamışım ama onu da “fotoğraf çekeceğim diye hayatı kaçıramam” prensibine verelim! Bir dahakine rakılı, mezeli ve karidesli kalamarlı bir yemek düşünüyorum.


 5.       Piola

Bu aralar Escales’teki La Dolce Vita programına fazla sarmış olmamdan dolayı mütemadiyen İtalyan yemeği aşermekteyim. Bu nedenle Tepe Prime’da biraz İtalya havası solumak isteyenlere Piola’yı tavsiye ederim. Nefis pizzalar eşliğinde sohbet edip şarabınızı yudumlayın. Deniz ürünleri pizzasına bayıldım, mekanın konsepti çok hoşuma gitti, yakın zamanda sevdiğim bir kız arkadaşımla uzun uzun yemek yiyip şarabımı içip derin sohbetlere girmeye niyet ettim.


 6.       Cucina Makkarna

Yeni mi keşfettin diyebilirsiniz ama evet yeni keşfettim. Kaan bey isminde buranın her şeyi muhteşem bir adam var burada. Yemeklerde, mekanda emeği çok fazla, masa masa gezip hatır soruyor, sohbet ediyor, yemek tavsiyelerinde bulunuyor, resmen misafir gibi ağırlıyor müşterileri. Mr. Balmy ve onun can arkadaşıyla gidip Montes Şili şarabını açtırıp yanına da başlangıç olarak güveçte taze dometesli deniz ürünleri, ki güveç kapağı olarak harika bir ekmek hamurunu kullanmışlar, safranlı linguette ve beyaz peynirli Yugoslav köftesini alıp hepsinden tada tada damaklarımızı coşturduk. Tatlılarda aklım kaldı ama sadece bir tanesine yer kaldı maalesef. Böğürtlenli Makkarna Special içten dışa yendiğinde tuzlu, dıştan içe yendiğinde tatlı tadı aldığınız enfes bir tatlı. Burası gerçekten muhteşem, bir an önce tekrar tekrar gidip mönüde denenmedik şey bırakmamak istiyorum!


7.       Mart Menekşeleri

Bu da en son okuduğum kitap. Rahat okunuyor, akıcı ve merak uyandıran bir öyküsü var. Okumazsanız çok şey kaybetmezsiniz, ben de sadece not düşmek derdiyle yazıyorum zaten. Kafa yoğunken iyi akıp gidiyor ama hakkını da yemeyeyim.
Kış geliyor, biraz daha kabuğuna çekilmiş haller bizi bekliyor, okumalı, gezmeli, yazmalı, spor dolu günler minnoşlar.  XoxoJ