30 Kasım 2012 Cuma

Moscow Moscow!


Rusya'ya gitmeden önce araştırmalar yaparak başladık önce işe. Biz Selda ile müthiş bir gezi ekibiyiz. O gitmeden önceki araştırmaları, ben de oradaki girip çıkıp bulma işlerini hallediyorum. Asla kapris, naz, yoruldum, uyuyacağım gibi mızmızlanmalar yapmıyoruz. Gerekirse hiç uyumadan oradaki günlerimizin tadını çıkarmaya çalışıyoruz.

Moskova tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günlerde olduğu gibi, yeni rejimin başkenti olarak kabul edilmiş ve çarlık yıkılınca sosyalist yeni düzenin başkenti St. Petersburg’tan Moskova’ya taşınmış.
Bir yönetim rejimi olarak sosyalizmin iyiliği-kötülüğü tartışılır ama ben bu şehirdeki metro ağını ve insanların okuma ve spor alışkanlıklarını görünce demek ki bu sosyalizm iyi bir şey dedim…

Moskova’ya İstanbul’dan yaklaşık bir saatlik bir uçuşla ulaştık. İlk gün transferlerimiz de dahil olduğu için panoramik şehir turu denilen ve bizim hiç sevmediğimiz gezi türüne katıldık. Öyle akvaryumdan seyreder gibi otobüsün içinden işte bu da Kızıl Meydan diye geçilen cinsten. Bu gezilerin tek güzel yanı, geçerken beğendiğiniz bir yer olduğunda aklınızın bir köşesine yazmak oluyor. Bir de tabi döviz kuru gibi, telefon konuşmaları, ulaşım gibi ana konular hakkında bilgi alıyorsunuz.


İlk gün Kızıl Meydan’da mola verdikten sonra otelin yolunu tuttuk.

Ertesi gün dedik ki Seldo ile kendi kendimize bir gezmeye çalışalım bugün, baktık beceremedik yarın turun ekstra gezilerinden devam ederiz.

Moskova deyince akla ilk gelen
 
 
Kremlin Sarayı,
 
 
 
 
Kızıl Meydan,  
 
 
St. Basil Kilisesi oluyor genellikle.
 
Benim zihnimde ise bunların yanında muhteşem bir metro ağı ve sanat eseri niteliğindeki metro durakları, "orman" diyebileceğimiz nitelikte harika parklar,
 
 
 

 
 
Kızıl Meydan'ın gelinleri canlanıyor. Bunların yanında bol taban zonklaması ve nefis Rus votkaları!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder