29 Ağustos 2014 Cuma

We humans are more corcerned with having than with being

Filmler, diziler, kitaplar, keşfedilen mekanlar… Blogda bunların hepsini paylaşmıyorum. İçinde güzel cümleler, düşünceler yakaladığım, bana da ayrıca birkaç cümle kurduran filmlere, kitaplara, mekanlara burada yer veriyorum. Ancak bu demek değil ki burada yazsam yavan duracak ama tavsiye edilmekten de geri kalınmayacak şeyler yok. Son zamanlarda neler var dersek:


Kürşat Başar-Yaz:
Bu yazın çok satanlarından birisi Kürşat Başar’ın on yıl aradan sonra kaleme aldığı Yaz… Yolculukta okuduğum kitaplardan biriydi. Kürşat Başar’ı karizmasından dolayı çok sevsem de on yıl bekledikten sonra insanın herhalde beklentisi yükseliyorEvet güzel bir anlatım var ama klişe bir hikaye ve ilk 200 sayfa boyunca anlatılan hemen hiçbir şey yok. 200’den sonra ise ağır akan hikaye birden bire coşuyor. Bir aşk, bir de Kıbrıs’ta yaşanan eski günlerin romanı bu. Keşke sadece Kıbrıs’taki hikaye olsaydı, dedim. Ama kötü mü derseniz, hayır… Şezlongta, yolculukta rahat rahat okuyacağınız türden.Zaten adının Yaz olmasının tek sebebi de bu bence.

Hannah Kent-Ölü Gömme Törenleri:
Bir diğer kitap birkaç yıl içinde filmi de çekilecek olan Ölü Gömme Törenleri. Adı ürkütücü de olsa aslında öyle gerilim romanı filan değil. Bu İzlandalı son idam mahkumu Agnes’in hikayesi. Hüzünlü, merak uyandırıcı. Hikayenin, mekanların, karakterlerin tamamen gerçek oluşu ancak gerektiği noktada kurguya başvurulmasıyla daha da bir anlam kazandı benim için. Yazarının yoğun bir araştırma ve emekle hazırladığı belli. Toplumsal önyargılar, tabular, İzlanda’nın sosyal hayatı, kültürü hepsinden bir parça bulabilirsiniz. Üstelik bu kitap yepyeni! Sürükleyici roman severlere duyurulur.



Zulu:
Zulu, Orlando Bloom ve Forest Whiteaker’ın Güney Afrika’daki uyuşturucu ve suç çetelerinin ve göz kırpmadan adam öldüren çete üyelerinin peşindeki gözü pek polisleri canlandırdığı 2013 yapımı bir film. Sarsmıyor, şaşırtmıyor ancak kendini izletiyor. Vurucu sahneleri olmakla birlikte konu bir hayli klişe. Sadece Amerika’da değil, Afrika’da geçiyor ve baharat tadında, polislerimizden biri Zulu kabilesinden.



Lucy:
Sinemaya gitmek artık film izlemekten ziyade “sinema”ya gitmekten ibaret bizler için. Filmler vizyona girmeden internete, DVD’ye düşüyor, öyle eskisi gibi vizyona girecek filmlerin heyecanla takip edildiği günlerde değiliz. Geçen hafta vizyonda olan Lucybir değişiklikle sinemada izlediğimiz filmlerden, beynimizin %100’ünü kullanırsak neler yapabiliriz düşüncesine bir bakış açısı katarak işlenmiş bir film.

Ben de insan beyninin kapasitesinin zorlanması durumunda göremediği şeyleri görüp, duyamadığı şeyleri duyacağına, içine doğma ile birçok şeyi bileceğine inananlardanım. Buna engel olan tek şeyse, toplumsal baskılar ve yetiştirilişimizde önümüze konulan bloklar. Biliyoruz ki hepimizde “öğrenilmiş çaresizlik” diye bir şey var: Mesela memur zihniyeti. Genellikle memur ailelerin çocukları da maaşlı çalışan insanlar olurlar. Çünkü memur kafası ticaretten korkar ve ticaretten kazanılabilecek paralar yerine batma ihtimaline daha çok odaklanırlar. Memur çocukları da bir türlü riski göze alıp büyük ticari adımlar atamazlar, batmaları halinde dünyanın sonunun geleceğini düşünürler.

Her neyse Lucy’e geri dönersek bir uyuşturucu çetesinin Lucy’nin bağırsaklarına uyuşturucu yerleştirip zorla kuryelik yaptırmaya çalışmasının ardından uyuşturucu paketinin patlayıp vücuduna dağılması neticesinde beyin gücünün kapasitesinin artmaya başlayıp uyuşturucu çetesiyle mücadelesini anlatıyor. Alt detaylarsa çok hoş…
Öncelikle tarihte ilk kadın adının Lucy olduğuna atıfta bulunularak film başlıyor.

Yerleştirilen uyuşturucu hamile kadınların 6 haftalıkken salgıladığı bir hormonun sentetik hali, bebeğin kemiklerinin, beyninin çok hızlı gelişmesini sağlıyor.

Filmde Morgan Freeman’ın belgesel tadında verdiği alt bilgiler bence çok güzel olmuş.

Lucy beyin gücünü arttırdıkça ölümsüzlüğe ulaşabileceğimizi vurguluyor ve aslında “hiç ölmüyoruz” diyerek ölüp gidenin yalnızca bedenlerimiz olduğuna, ruhun ise ölümsüzlüğüne değiniyor. Filmin spiritüel yanı da epey göz önünde.

Eleştirilecek, belki beğenilmeyecek, boşlukta kalabilecek yanları olsa da filmin bir bakış açısı getirdiği muhakkak. Bence rast geldiğinizde bir göz atın.

*Başlığım Lucy filminden, filmin fotoğrafları çeşitli internet sitelerinden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder