10 Ağustos 2014 Pazar

Bolca yeşil: Fırtına Vadisi, Zilkale, Çat Yaylası, Palovit Şelalesi, Elevit Yaylası

Ayağımda en rahat hareket ettiğim ayakkabılarım, en rahat kıyafetlerim, bir de yepyeni fotoğraf makinem... Bugünün temel ekipmanı bundan ibaret. Çünkü yayla gezeceğiz bol bol.


Bir süre otobüsle seyahat edip artık büyük otobüsün giremediği yollara girebilmek için Çamlıhemşin'de küçük minibüslere biniyoruz. Bizim minibüsün şoförü İsmail Amca tipik bir Karadenizli. Konuşkan, esprili, üstelik ünlü mü ünlü. Bölge doğası nedeniyle pek çok dizi, film ve reklam filmi çekimine sahne olmuş. İsmail Amca hemen hepsinde rol almış, hatta dizinin yeni sezonda kanal değiştirdiğini bile biliyor! Arabaya biner binmez saymaya başlıyor: "Şu dizide şu roldeydim, bu filmde kahramanları mahkemeye götüren taksi şoförüydüm, Turkcell'in çekim gücü reklamında kemençe çalan bendim" diye... Ardından da espriyi patlatıyor: "Benim olduğum yerde Turkcell mutlaka çeker!"


Minibüsün içinde keyifli bir yolculuk sürdüğümüz kesin ama minibüsün dışında da ağaçlar, daracık
patika yollar, zaman zaman yolun üstünden akan derelerle yolculuk daha da şahane bir hal alıyor.


Zaman zaman durup tarihi taş köprülerde fotoğraf çektiriyoruz.






İlk durak Zilkale oluyor. İçinde öyle aman aman bir şey yok ancak ben fotoğraf çekmek için kaleye girdim. Birkaç fotoğraf, biraz yukarılara tırmanıp manzaranın keyfine vardıktan sonra da aşağı inip ekibe katıldım. Bu kısa molanın ardındansa Palovit Şelalesi'nde aldık soluğu.





Şelalenin doğuş noktasından belli bir süre aşağı doğru yürüyoruz. Gümbür gümbür su sesi, tatlı bir nem, rahatlatan bir serinlik var burada. Kayalardan sular akıyor, ağzımızı dayayıp oralardan su içiyoruz. Oksijenden mümkün olan en yüksek düzeyde yararlanıp yeniden minibüste buluyoruz kendimizi.



Öğle vakti olduğunda Çat Yaylası'nda, Fırtına Deresi'nin kenarında salaş bir mekanda öğle yemeği yiyoruz. Bu gezide en beğendiğim yemeklerden biri oluyor bu. Bir aile işletmesi gibi burası. Ocak başında kadınlar muhlama karıştırıyor vargüçleriyle, erkekler et yemeğini pişiriyor, genç kızlar ve erkekler servis yapıyorlar. Çorbası, muhlaması ve tas kebabına bayıldığım mekanın adını hatırlamıyorum ama Çat Yaylası'na yolunuz düşerse nehir kenarında kalan bu mekanı hemen fark edersiniz.


Yemekten sonra çayımızı dere kenarında içiyoruz, Mr. Balmy ve annem ayaklarını suya sokuyorlar. Burada uzun bir zaman keyif yaptıktan sonra daha da yükseklere çıkmaya devam ediyoruz.







Bu kez istikamet Elevit Yaylası. Yine yaylanın en tepesine çıkıp aşağı doğru yürümeye başlıyoruz. Yollardan böğürtlen toplayarak ve fotoğraf çekerek... Bir bisiklet grubunun arasından geçiyoruz, yaklaşık bir saatlik gezinti yürüyüşünden sonra minibüs bizi yoldan topluyor yine.

Ardından geldiğimiz yolu gerisin geri dönerek Çamlıhemşin'e varıyoruz, arada kaotik trafik hallerine takılsak da!

Çamlıhemşin'de minibüsten inip yeniden otobüse biniyoruz ve istikameti Ayder Yaylası'na çeviriyoruz. Uzungöl'den sonra ikinci hayal kırıklığını Ayder'de yaşıyorum. Kısacık bir mesafeyi dur kalk şeklinde yarım saatten fazla zamanda alıyoruz, berbat bir trafik var. Her yerde insan kanıyor, her taraftan araba çıkıyor, mangal kokusundan geçilmiyor, Ayder'in en tepesindeki Gelintülü Şelalesi'nde insanların fırsat vermemesi sonucunda doğru düzgün fotoğraf bile çekemiyoruz.







Benim önceki gelişimden öyle farklı ki... Vıcık vıcık, her yerde çeşit çeşit ama kişiliksiz otel ahşap konseptli oteller var, fazlasıyla mangalcı, restoran... Bir çay içecek yer bile bulmak mucize. Ben de bizimkileri hemen önceki gelişimde konakladığım ve gerçekten çok sevdiğim, nispeten hala o hengameden uzak bir otel olan Haşimoğlu'na götürüp birer çay içiriyorum. Biraz da mutlu oluyorum açıkçası o manzaradan sonra.

Ardından otobüse kendimi atıp bu görüntüden bir an evvel kendimi uzaklaştırmak istiyorum. Otele dönüyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder