12 Ağustos 2014 Salı

Sarhoş adam, iyi adam: Batumi

Benim için gezmek amaçtır, gideceğim yer değil, gitme fikri beni daha çok heyecanlandırır. O yüzden “aman orada bir şey yok, gitme” diyenlere pek kulak asmam. Orada bir şey yoksa bile ben zaten bunu deneyimlemeye gitmek, orada bir şey olmadığını kendi gözümle görmek isterim. Hiçbir şey olmasa da oturur yemeğini yer, kahvesini içerim. Ancak Doğu Karadeniz turuna çıkacaksanız benden size tavsiye Batum’u içermeyen turlara katılın. Nedenlerine gelince:


Öncelikle tamamen farklı bir konsept… Yayla gezisiyapmaya, Karadeniz şehirlerini görmeye gitmişken kendinizi Hristiyan bir şehrin gezisinde buluyorsunuz. Karadeniz’e gitmekteki temel amaç yeşile, doğaya karışmakken bir anda beton yığınları arasında buluyorsunuz kendinizi.

Gümrükten geçmek, pasaport kontrolleri gerçekten arbedeyle geçiyor, tüm enerjinizi çekiyor, nereden buraya geldim diye lanet edecek noktaya geliyorsunuz.

Tur şirketlerinin ısrarla Batum’u tur programına dahil etmelerinin tek bir nedeni var: Benzin ucuz… Otobüsün deposunu Batum’da doldurarak benzinden yaklaşık 700-800 TL civarı kar ediyorlar.


Batum’un adını bunca duymanızın nedeni ise Karadeniz’de yaşayan insanların yakın olması nedeniyle denize girme, kumar oynama ve kadınlar için burayı tercih ediyor olmaları… Ancak turcunun amacı denize girmek değil, konaklamalı bir geçiş olmadığı için kumar oynama şansı da zayıf.

Tüm bu nedenlerle tavsiyeme gelirsek: Doğu Karadeniz turuna çıkmanız durumunda içinde Batum olmayan ama bol bol yayla programı olan turları tercih etmenizi, illa Batum’u göreceğim derseniz bir haftasonu ucuz uçak biletiyle atlayıp Batum’a gidip iki günlük bir şehir gezisi yapmanızı öneririm.

Benim Batum gezime gelirsek…

Sabah erkenden yola koyuluyoruz, çok erken. Çünkü Sarp sınır kapısından kötü haberler var. Yoğunluk fazlaymış, geçiş eziyetmiş filan. Rehber o kadar sağlamcı ki gereksiz bir sürü uyarı yapıyor. Mesela “aman içki, sigara almayın, günübirlik geçişlerde yasak, yasal değil…” Hani gören gümrük memuru bizim çantada şişeleri yakalasa tutup hapse atacak zanneder, altı üstü içkileri alıkoyar, o kadar.

Bir diğer, ama bu kez haklı uyarı, sınır geçişlerinde sıra diye bir şeyin olmadığı, gelenin sıraya kaynak yapıp önünüze geçtiği, ezilme tehlikesi yaşayabileceğiniz yönünde. Gerçekten sıraya girer girmez cazgır bir Gürcü kadın aklınca uyanıklık yapıp “pasaportumu kaybettim, geçeyim” diye niyet ettiyse de turun kadınları olarak dikildik önüne hiçbir şey yapamadı. Ancak pasaport gişelerinde neredeyse bir buçuk-iki saate yakın beklemek zorunda kaldık, sıra dikey değil yatay uzuyor çünkü. Altı üstü iki şerit çekilerek halledilecek sorun belki de geçişleri azaltmak için özellikle eziyete dönüştürülüyor. İki saatlik hengamenin sonunda kendimizi Batum’da buluyoruz.

Hemen ucuz sigaralardan anneme bir karton alıp dördümüz çantalarımıza pay ediyoruz.



Oradan doğruca dünyanın en büyük ikinci botanik bahçesini görmeye. Bu bahçe inanılmaz büyük, tümünü bir günde gezmenin imkanı yok, biraz deniz manzarası, biraz yeşillikderken küçük bir turun ardından şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Şehrin sembolü binalar, Meryem Ana Kilisesi derken otobüsten inip sahilde bir restoranda öğle yemeğini alıyoruz. Fırsat bu fırsat Gürcü birasının tadına bakıyorum böylece.

















Hava sıcak, yüksek nem var, sabahki arbededen yorgunuz, yine de mini bir şehir turu atıyoruz. Bu arada bol bol fotoğraf çekiyorum. Kapı aralığından bir ev görüyorum, evin avlusunda iki de çocuk var. Tam onların fotoğrafını çekecekken çocuklar bir anda dört oluyor ve hepsi birden bana doğru gülerek “hellohello” diye koşmaya başlıyorlar. Tekniğini bilmiyorum ama bence harika bir kare yakalıyorum.



Ardından bir saatlik serbest zamanda magnet alışverişimizi yapıp bir cafe-fırına oturuyoruz, sadece kadınların çalıştığı bu cafede nefis bir kahve içiyoruz. Karadeniz çayın diyarı olduğu için günlerdir kahveye hasretiz. Çünkü kahveden anladıkları sadece üçü birarada hazır kahveler. O yüzden ilaç gibi geliyor bu kahve hatta kalkmamız gerekince kahveleri yarılanmış olarak bırakmaya gönlümüz razı olmuyor, karton bardak alıp yolda devam ediyoruz içmeye.

Gürcistan’ın şarabı meşhurmuş. Başlığımdaki söz de zaten bir Gürcistan atasözü, sabahtan başlarlarmış şarapları götürmeye… MrBalmy ile her gittiğimiz yerin şarabını alıp evde keyfini çıkarmak ritüelimiz olduğundan “hadi riski alalım bir kırmızı, bir beyaz şarabı atalım çantaya” diyoruz.Çantalara şarapları da yerleştirdikten sonra akşam yine itilmeli, kakılmalı ama sabahki kadar hengameli olmayan bir şekilde ülke sınırından giriyoruz. Çantalarımız kontrolden geçirilmiyor, böylece şarapları kurtarmış oluyoruz.

Yorgunluk, arbede derken yine Çayeli’ndeki otelde düğün salonu konseptli yemeklerimizi yiyip odalara çekiliyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder