8 Ağustos 2014 Cuma

Doğu Karadeniz'e Giriş: Ordu, Uzungöl

Gece otobüs yolculuğunun ardından sabahın ilk ışıklarıyla önce Ünye, ardından Fatsa’da Karadenizi selamladık. Orduhaberiniz olmadan tepeden bırakılsanız İzmir zannedeceğiniz güzellikte bir şehir. Böyle bir memleketiniz varsa hiç öyle güneye inmeye gerek yok!



İlk olarak Yason Burnu’nda bir mola verip fener ve kilisesinde fotoğraf çekerek geziyi başlatıyoruz. 

Ardından Perşembe’de Çamburnu Balık Restoranı’nda kahvaltıyla gözlerimiz iyice açılıyor. Gezideki birkaç yer dışında Karadeniz’in henüz hizmet sektöründe çok gelişmemiş olmasından mıdır, yoksa 40 kişilik tur grubunun yemeği olmasından mıdır bilinmez,çoğu yerde servis özensiz ve yavaştı. 




Kahvaltıda da aynı masaya 5 kez çay servisi yapılırken bizim masaya defalarca söylememize rağmen ikinci çayları zor alabildik. Bunun gibi saatlerce yemek beklemek, grubun bir kısmının yemeğinin bitmesine rağmen bir kısmının hala aç biilaç oturması bu gezide normal bir işleyiş oldu.




Kahvaltının ardından Ordu Merkez’den teleferikle Boztepe’ye çıktık. Denizi, güneşi, mavisi, yeşili ve güzellikleriyle Ordu’ya biraz da yukarıdan baktık, sabah kahvelerimizi bu eşsiz manzarada içip yeniden aşağıya indik. Otobüse binip bu kez öğlen yemeği yemek üzere Akçaabat’a doğru yol aldık.

Bu gezide herhalde en çok zamanımız otobüste geçti. Akçaabat’ın meşhur köftecilerinden Nihat Usta’da benim en sevdiğim mönü seçeneklerinden biri olarak köfte piyazları götürüp yeniden yola koyulduk.






Anadolu’daki üç Ayasofya’dan biri olan Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi’ni gezip civardaki hediyelik eşyacılara bakarak bu kez konaklayacağımız Uzungöl’e doğru yola çıktık. İlk hayal kırıklığımı burada yaşadım. 12 yıl önce geldiğimde yine aynı İnan Kardeşler Hotel’de kalmıştım. Ancak bungalovda konaklamıştım, ortalık ferahfezaydı, odanın kapısından çıkıp mis gibi oksijeni, huzuru, sakinliği koklamak mümkündü, yollar bomboştu, bisikletle gezmiştim, sabah erkenden yürüyüşe çıkmıştık.







Şimdi ise her yer tesis, konaklama merkezi ve dip dibe bina olmuş durumda, yollarda arabalardan değil bisiklete binmek,yürümek bile mucize, etrafta yeşilin, toprağın değil sadece mangalların kokusunu duyabiliyorsunuz ve bir Arap ülkesindeymişçesine çok Arap var ortalıkta, eski güzelliğin üzerine kara kara çarşaflar örtmüşler sanki

Ve bir damla alkol yok! Hani akşam otelin balkonunda biraz yorgunluğumu atarım, rahatlarım hayaliyle bira-badem sayıklaya sayıklaya geldim ama bira zaten yok, bulduğum bademlerse başka cinsten!

Otele yerleşip üzerimizi değiştirdikten sonra gölün çevresinde fotoğraf ve alışveriş molaları vere vere bir saat yürüdük. Ardından otelde akşam yemeği ile kemençe dinletisi ve horon eşliğinde günü bitirdik.

İnan Kardeşler buradaki ruhu en iyi taşıyan otel. Evet onlar da talebe uyup bungalovlar harici otelleri dikmişler ama her şeyi ağaçtan yaparak, duvarlara bir sürü filozofun yüzlerce özlü sözlerini asarak, hatta bir ağaç kökü müzesi kurarak en azından sofistike bir hava yakalamışlar, akşam yemeğindeki horon-kemençe ise en azından içinde bulunduğumuz coğrafyanın kültürüne ait olması açısından anlamlıydı.

Sabah kahvaltıdan sonra bence turun en güzel günlerinden biri için yola koyulduk, çünkü yaylalar başlıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder