11 Ağustos 2013 Pazar

Şövalyelerin, Kanuni'nin, Dev Plajların ve Belki de Her Şeyin Adası: Rodos (Rhodes)!

Sabah erken saatte Rodos Limanı’na yanaşıyor gemimiz. Daha kapılar açılmadan geminin çıkışında beklemeye başlıyoruz, gemi görevlilerinden sevimli bir kıvırcık var: “En güzelini yapıyorsunuz, süre kısıtlı, ada çok büyük, Yunanistan’ın dördüncü büyük adası, şimdi inin 30 euro’ya smart kiralayın tüm adayı gezin akşama kadar” diyor. Kıvırcık bizim bundan sonra da rehberimiz oluyor, her kapı çıkışında yakalayıp ne yapacağımızı söyleyip onaylatıyoruz, o kadar araştırmışım ki planlarımızın hiçbirine “yok onu yapmayın, bunu yapın” demiyor. “En güzeli” diyor hep.



Smart kiralama işi akıllıca gelse de biz verdiğimiz molalarda uzolu bir yemek, sıcakladıkça yuvarlanan biralar, kokteyller hayal etmişiz, yabancı yerde alkollü araç kullanmayalım, diyoruz. O yüzden limandan çıkar çıkmaz otobüs duraklarını aramaya başlıyoruz.  Otobüs durağı ararken bir tourist information bürosuna rastlıyoruz, gerekli bilgiler, harita ve restoran önerileri yanında Rodos ile ilgili Türkçe bir kitapçık bile temin edebiliyoruz. 




Hedefimiz güzel bir çarşısı, harika plajları ve restoranı olan ayrıca manzaralı kalesi ile de ünlü Lindos(Lyndos). Önce bir frappe alıp 5 euroya otobüse biniyoruz, gidiş yolu 2 saate yakın sürse de aslında 1 saatlik bir yol ama her kasabaya, her köye uğraya uğraya gidiyor.Öyle bir otobüs ki, oranın yerli halkı pazardan geliyor örneğin,şoförün yanında durup dakikalarca yüksek sesle sohbet ediyorlar, bizim gibi turistler de var tabi bir taraftan.Oranın lokal havasını koklamak için de ideal bu otobüs.












Otobüsten inip Lindos’un merkezi kocaman çınarın ve taksi duraklarının olduğu yere geliyoruz, sonra dalıyoruz çarşısının içine. Rengarenk dükkanlar, Türk dizisi hayranı, sıcakkanlı esnaf, cezbedici hediyelik eşyalar, kaleye çıkmak için sıra sıra eşekler... Tabi Ege adası klasiği beyaz kireç boyalı evler ve mavi pencereler, kapılar, dar sokaklar… 







Bu arada sıcak oluyor, bunalmaya başlıyoruz, kendimizi denize atalım istiyoruz. Lindos’un en sonunda St. Paul Bay koyuna atıyoruz kendimizi. Konforlu bir beach değil, bakir bir koy düşünün ve bir karı kocanın karavanla işlettiği köy kahvesi hemen yanıbaşında. Ama denizi muhteşem. Önce o köy kahvesinde yerel bira Alfa içiyoruz birer tane, sonra kendimizi bırakıyoruz tertemiz suya.  Serinliyoruz bir güzel, çıkıp duş alıp kurulanınca yeniden Lindos’un çarşısına dalıyoruz. 









Acıktığımızı hissettiğimizde ise Lindos meydandaki meşhur restoran Mavrikos’a oturuyoruz. Tereyağında karides, kalamar dolması ve Greek salata yanına uzomuzu da söyleyip zeytinyağlı ekmeği bile büyük bir iştahla yiyoruz. Sefanın dibi, bir nevi dolce vita durumu…













Sonra yeniden otobüse binip şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Bu kez dönüş yolu 1 saat sürüyor. Merkeze inince Yacht Club’ın cafesinde frozen yoğurt yiyorum, bol nutellalı ve fındık fıstıklı. Çok iyi geliyor. Ardından surlardan içeri dalıp Old Town’u dolaşmaya başlıyoruz, Şövalyeler Sokağı’nı, eski camiyi, kütüphaneyi, sarayı görüyoruz, sokakları karışlıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Rodos’a ait ne alabilirim diye bakınırken süngerciliğin meşhur olduğu adada doğal süngerler düşüyor önümüze, hemen bir tane alıyorum kendime iyi kalitesinden.






Taşlar arasında sıcakta yürüyüş yine enerjimizi çekmeye başlarken Mr. Balmy elindeki haritada limanın sonunda Elie Plajı diye bir yer görünüyor, hadi diyoruz zaman var gidip biraz rahatlayalım, limana yürüyüş mesafesinde bir plaj bu. Bir gidiyoruz ki tüm Rodos orada! Denizin ortasına kurulan devasa tramplen de müthiş eğlenceli. Biraz serinleyip saçlarımızdan sular damlaya damlaya gemiye geri dönüyoruz. Duty Free’den birkaç ganimet yüklenip hareketleniyoruz.

Rodos’ta bir haftalık bir tatil geçirilebilir, bir sürü plajı, restoranı… Tarihse tarih, doğaysa doğa… Üstelik Marmaris’ten feribotla ulaşım da mümkün. Ben listeye aldım bile!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder