31 Ağustos 2013 Cumartesi

Ağustos ajandasından mekanlar, filmler, diziler, kitaplar

Tatil postlarım bitti. Onları bitirene kadar ben de normal hayatıma yavaş yavaş geri döndüm, adapte oldum, yine yaşantımı sevdim, yedim, içtim, gezdim, çalıştım, spor yaptım, balkonumda yemekler yedim, arkadaşlarımla zaman geçirdim, sohbetler ettim, Mr. Balmy ile planlar yaptım, kitaplar okudum, yeni film-dizi keşiflerinde bulundum.

Kısa kısa bunlardan bahsedecek olursam:


1.       Salı Kadınları

Tatil öncesi D&R’da indirime girenlerinden bir sürü kitap aldım, tatilde okumak amaçlı içlerinde chick lit  dediğimiz türden de bir-iki tane vardı. Salı Kadınları bunlardan biriydi, gerçekten de tatilin ilk haftası okuyup bitirdim, sonraki 1 hafta niye yanıma başka kitap almadım diye hayıflanıp durdum.

Özetle uzun yıllardır arkadaş olan ve her Salı toplanıp birbirleriyle zaman geçiren beş kadından birinin eşinin ölümüyle, kadınların bir yolculuğa çıkarak o yolculukta ölen kocanın sırlarını keşfetme hikayesi anlatılıyor.Hızlı okunan, merak uyandıran, ince sayılabilecek bir kitap, tam da amacına uygun, zaman geçirmelik, okumazsanız çok şey kaybetmezsiniz, okursanız niye okudum demezsiniz.

2.       Bir Dizi: Da Vinci’s Demons

Türk televizyonlarından sıtkım sıyrılalı evde zaman geçirme halim genellikle bir şeyler okumak ya da müzik dinlemekten ibaret. Ancak beraber yaşadığım bir Mr. Balmy olunca bu fazlasıyla “özgür” takılmak anlamına geliyor. Onunla beraber yabancı diziler ve filmler alarak nitelikli zaman geçirmek istedik, kendimize bir de kafa dengi bir cd’ci bulduk ki, o “beğenmezseniz iade alırım” diyerek tavsiye ediyor, biz de eve gelip zevkle izliyoruz.

Da Vinci benim ilgi alanlarımdan biridir, küçüklüğümden beri merakımı cezbetmiştir. Da Vinci’s Demons 7-8 bölüm oynadıktan sonra sezon arası vermiş yeni bir dizi. Fantastik de sayılabilir ama o 7-8 bölüm bile bizi bizden aldı. Tarih, entrika, büyü, hayranlık… Birçok şeyden nasibimizi aldık, şimdi yeni sezonu heyecanla, hevesle bekliyoruz.


3.       Üç Film Birden

Cd’cimizin beğenme garantili filmlerinden üçü: Biri Fransız, biri Norveçli, diğeri İspanyol.

Bir Fransız filmi olan Intouchables (Can Dostum) öyle bildiğiniz başı-sonu belirsiz, bitti de burada mı bitti dediğimiz Fransız filmlerinden değil, sıcak bir arkadaşlık hikayesini anlatıyor, oldukça eğlenceli ve güzel vakit geçirten bir film olmuş. Özetle boyundan aşağısı felç olan zengin ve aristokrat beyaz bir adam olan Philippe'e yardımcı olmak deyim yerindeyse el-ayak olmak için siyahi, üstelik hapishaneden yeni çıkmış, son derece “hayta” ancak hayatı da rast geldiği gibi yaşayan Driss işe alınır. Phillippe’e yaşadığı hayatından, gördüklerinden bambaşka tecrübeler yaşatır, hayata basit bakış açısıyla çoğu zaman şaşırtır.

Ummadığımız insanlarla ummadığımız ilişkiler kurar, ummadığımız dersleri onlardan öğreniriz biz de bazen. Bu bazen bacak kadar bir çocuk da olabilir, eğitimsiz biri de. Filmin dokunduğu nokta da bu zaten, hayatta kimden ne alacağımızı bilemeyiz, insanlara yaklaşırken bunu unutmayalım.

İspanyol sinemasından nefis bir film olan El Cuerpo (Ceset) ise ikinci filmimizdi. Benim gibi ezelden beri şaşırtıcı sonlara özel bir merakınız varsa ve bu merakınız sayesinde artık her şaşırtıcı sonu önceden tahmin edebiliyorsanız buyurun ters köşeye! Filmde zengin ve kocasından yaşça büyük Mayka şüpheli bir şekilde kalp krizi geçirerek ölür ve ertesi gün cesedi morgdan kaybolur. İlk şüphelenilen kocası Jamie’dir ve tüm kanıtlar da katilin Jamie olduğu yönünde gelişmektedir. Ancak filmin en sonunda muhteşem bir intikam hikayesi ile tahmin edilemeyecek bir sona varılıyor. Efektlerle germeye hayır diyorsanız, gerilim dozu da gayet yerinde olmuş.

Bence bu üç güzel filmin en güzeli olan Hodejegerne (Kafa Avcısı) ise Norveç’ten kopup ekranlarımıza düştü. Bir insan kaynakları yöneticisi olan Roger aynı zamanda değerli tabloları çalarak ek gelir sağlamaktadır, böylece karısı Diana ile lüks bir hayat sürmektedir. Çalıştığı yere iş başvurusunda bulunan Clas’ın elindeki değerli tabloyu çalarak büyük bir vurgun yapmaya hazırlanırken işler hiç de umduğu gibi gitmeyecektir.

Filmde çok güldüğümüz sahneler oldu, çok duygulandığımız, hayli romantik bulduğumuz sahneler oldu, son derece gerilimli, aksiyonlu sahneler oldu, çok şaşırdığımız sahneler oldu. Ne ararsanız vardı yani. Film başladığında uyumak üzereydim üstelik yorgundum da, filmin ilk 5-10 dakikasında gözlerim kapandıysa da sonrasındaki aksiyonla yatarak bile izleyemedim, ki genellikle gözlerim kapandıysa uykuya direnemem pek.

Norveç’te tüm zamanların en çok izlenen filmi olduğunu da ekleyip izleyin izlettirin, demek istiyorum.

Bu üç film artık bana “Hollywood da neymiş, peh!” dedirtti, cd’cimizi de gıyabında öptük bol bol Mr. Balmy ile… Bundan sonra bol bol film tavsiyesi alabilirsiniz benden.

4.       Hrant

İndirimli kitaplardan biri de buydu, Tuba Çandar’ın kitabı Hrant. Ama öyle chick lit filan değil aksine insanın içine içine işleyen, yüreğini kabartan cinsten 650 sayfalık bir ağıt bence bu kitap.

Hep uzaktım ben bu konuya, HrantDink’i bilirdim sadece.

Bu ülke insanı alıngandır, eleştiriye gelemez, Türk dedin mi kahraman, dürüst, asla kötülük yapmayan bir profil vardır sadece. Tarihi bilmez, araştırmaz, sorgulamaz, öğretilene körü körüne inanır, ona karşı çıkana düşman kesilir. Sanırım bir tür “Doğu Ekspresi” kompleksi.

Hrant Dink’in çocukluğundan, gençliğine, siyasi duruşuna, evliliğine, çocuklarına ve malum sonu getiren sürece ilişkin her şey bu kitapta bölümler halinde ve çevresindeki insanlarca anlatılmış.

Hrant Dink her şeyden önce muhalif bir kişilik. Evet Türk lobilerinde kabul görmüyor ama patrikhaneye de yaranamıyor, Ermeni Diasporasına da. Tipik bir Anadolu insanı üstelik. Hani öyle Ermeni deyince, farklı dinden, milliyetten olunca bambaşka zannediyoruz ya değil aslında. Bu özellikler bizlere bu toprakta yaşamanın vergisi, dinin ya da milliyetin değil.

Parçalanmış bir ailenin çocuğu olarak Ermeni yetimhanesinde büyüyor, elleriyle Ermeni çocukları için Tuzla Kampı’nı yapıyor sonra bir düzenlemeyle sorgusuz, sualsiz, bedelsiz bu kamp ellerinden alınıyor. Bu ülke vatandaşı olduğu halde tüm bürokratik işlerinde hep engelleniyor ya da işi zorlaştırılıyor, o kendini bu ülkeye ait hissettikçe, hissetmek istedikçe, önüne set çekiliyor. Amacı sadece “biz de varız” demek. Bu nedenle bir gazete kuruyor ve geçiyor başına.

Kimsenin toprağını kimsenin elinden almak, yerinden yurdundan atmak gibi bir ideali yok, sadece empati istiyor, sadece kabul görmek istiyor. Başka bir yerde yaşayamayacağını Türkiye’ye ait olduğunu söyleyip duruyor. Hakkında davalar açılıyor ve mahkumiyet kararı çıkıyor, yazdığı bir yazıdan dolayı. Üstelik yazıdan bir cümle cımbızlanıp önüne arkasına bakılmadan herkes çığırtkanlık yapmaya başlıyor. Yine bir fısıltı gazetesi çalışması örneği ile kimse “dur bakıyım bu yazının tamamında ne yazmış bu adam” demeden kulaktan kulağa yaygarayı büyütüyorlar, büyütüyoruz. Halbuki yazının asıl dokundurduğu kesim Ermeni Diasporası’ndan başka bir şey değil. Hem sadece o cümleyi, tam da bizim anladığımız anlamda söylemiş olsa ne olur ki, hani ifade özgürlüğü? Ya da niye böyleyiz, niye “konuşsun dursun” deyip ciddiye almazlık yapamadık?

Bir canı almaya değer miydi? Gelip geçtiğimiz dünyada, doğumla kazanılan, seçemediğimiz değerler bu kadar mı önemli?

Bir belge bu kitap, bir anı kitabı, bir ağıt, bir belgesel…

Bilmek, öğrenmek isteyenlere tavsiye edilir.

5.       Behzat Restoran ve Kolyoz Balık Restoranı:

Hayat tabi sadece okumaktan ve film izlemekten ibaret değil. Bu hafta daha önce sık sık gittiğim Behzat Restoran’ı ve ilk kez gittiğim Kolyoz Balık Restoranı’nı da hayırladım. 

Behzat Restoran Birlik Mahallesi’ndeki geniş alana ve bahçeye yayılmış haliyle oldukça sevdiğim bir mekan haline geldi. Öncelikle fix mönülü Egeli bölümünde canım ortaokul arkadaşım Nuray’ın sahneye çıkması bu keşifte etkili olduysa da daha sonraki eğlencelerimizin birçoğunu orada yapmamızda gerçekten başarılı mezeleri ve iyi hizmetleri etkili oldu.

Bu hafta müzik-eğlence için değil, sohbet için Behzat’ın restoran kısmında yine bir kızlar gecesi yaptık. Yine her şey mükemmeldi. Bir kez daha hizmet anlayışları ve sultani başta olmak üzere mezelerinden dolayı kendilerini tebrik ediyorum.

Balgat’taki Rıfkı, Bahçeli’deki Hüsnü, Park Caddesi’nde açılacak olan Behzat da aynı işletmeye ait.


Cumartesi akşamı Mr. Balmy’nin 33 gibi seksi bir yaşa girmesini kutlamak üzere önce Kolyoz Balık’ta baş başa bir rakı-balık akşamı yapalım dedik. Tadılacak çok şey olduğundan tahinli yoğurtlu patlıcan ezmesi, fava  gibi bir iki soğuk mezeyle başladık. Balık olarak barbun ve karides Adana söyledik. Gerçekten denediklerimizin hepsi çok lezzetliydi. Yalnız karides Adana üzerine bir şey söylemek isterim, ben karidesin pür tadını çok sevdiğimden öyle baharatlı, acılı hale getirip tadını kesmeye gerek olmadığı düşüncesindeyim, kötüydü diyemem, bizim için yanlış tercihti, diyeyim.

Asıl jest ise sonrasında geldi. Ben rezervasyon yaptırırken eşimin doğum günü, lütfen güzel bir masa ayırın bize, demiştim. Önce bir görevli gelip fotoğrafımızı çekti, üzerinde durmadık, herhalde facebook sayfalarına filan koyacaklar, diye düşündük. Yemeklerimiz bitmek üzereyken servis masamıza çikolata sosları filan konuldu, herhalde unuttular burada, derken, üzerine mum konulup mutlu yıllar yazılmış sıcacık bir çikolatalı sufle geldi masaya, bir şişe de şarap, üzerine az önce çekilen fotoğrafımız yapıştırılmış! Böylesi bir jeste ağzım açık kalakaldım ve Kolyoz’u ailemizin balıkçısı ilan ettim!

Yemeğimiz bittiğinde bu kez arkadaşlarımızla buluşup Suit 34’te sabahlar olmasın diye diye sabahladık. Gece klubü ortamlarının alkolsüz çekilmediğini düşündüğüm halde araba kullanma sevdasına içemedim ancak şunu söyleyeyim Suit 34’ün de DJ’i çok başarılı, ayık kafaya bile çekilir kılıyor.

Bu seferlik tavsiyelerim bu kadar.

Öperim:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder