24 Ağustos 2013 Cumartesi

Futbol cenneti, mimari dehası, pazarlama başarısı, paella ve daha fazlası: Barcelona!

Yorgun ama daha gezilecek çok yerimiz var diye sabah erkenden düşüyoruz yollara, tramvay istasyonundaki kıza soruyorum: “Nou Camp için hangi durakta inelim?” Çok ilgili, sempatik… Sohbet ediyoruz bir süre, tren geliyor.

Barcelona yazılarının olmazsa olmazı, dünyaca ünlü futbol takımı FC Barcelona’nın dillere destan stadı ve müzesi NouCamp. Tatile Mr. Balmy ile çıkmışız, öyle çok futbol delisi bir adam olmasa da yine de ilgilenir, üstelik her yerde “futbolla hiç ilgisi olmayan biri bile gidip görmeli” yazıyor, belki kız kıza gitsem, görmek istesem de önceliği başka şeylere alabilirdim ama şimdi bir görelim diyorum.







Müzesine giriş için 23 euro veriyoruz. Gerçekten çok etkileyici. Kupalar, futbol topları, fotoğraflar muhteşem bir müzikle sergileniyor, Dünya kupası maçlarının bazı görüntüleri barkovizyonda dönüp duruyor ki benim bile tüylerim ayağa kalktı. Soyunma odaları, basın toplantılarının yapıldığı salon, futbolcuların sahaya çıktıkları yer, stadyum, saha derken maçların anlatıldığı o en tepedeki yeri bile gezip gördük. Mr. Balmy çocuklar gibi şen “Messi, Messi” diye bir sağa, bir sola koşup durdu, heyecandan gözleri parladı. Ardından bu futbol takımının storeundan kendimize bir şeyler alalım dedik, yok yok! Barça isminde cipslerini, şampanyalarını bile yapmışlar. Mr. Balmy’e bir adet termoslu matara aldık, hediyelik birkaç anahtarlık, magnet… Ardından bu futbol cennetinden bir mimari cenneti olan Park Güell’e geçtik.









Barcelona mimarisiyle de insanı etkileyen bir şehir,mimar Gaudi’nin eseri Park Güell de bir parktan çok daha fazlası. Muhteşem bir Barcelona manzarası, banklar bile son derece ergonomik, masallardan fırlamış gibi her yer! Ancak son derece kalabalık ve sıcak da eklenince üzerine bu kez Gaudi’nin bir başka eseri Sagra da Famillia’yı görelim bari diyoruz. Metro istasyonuna gidene kadar yemek yiyip bir şeyler içip bir sürü de hediyelik eşya aldıktan sonra Sagra da Famillia’ya ulaşıyoruz. Hep çok heybetli bir şeyle karşılaşıp etkileneceğimi düşünürken sonra derece sönük geliyor bana. Önünde de içine girmek için upuzun bir kuyruk var. Araştırmalarımızda özel bir sanat tarihi merakınız yoksa içlerine girmeye gerek yok diyordu, biz de karşısından bakmakla yetindik.

Barcelona deyince bir şey söylemeden geçemeyeceğim, bu şehir her şeyiyle bir pazarlama dehasının ürünü… Futbol takımından, mimarisine, geleneksel dansından, içkisine, yemeğine, hatta Sagra da Famillia denilen devasa kilisesine kadar! Çünkü bu kilise “Bitmeyen Kilise” olarak lanse ediliyor ve bitmemesi birtakım gizemli hikâyelerle ballandıra ballandıra anlatılıyor, halbuki tepesindeki vinçlerin boşa döndüğünü alenen görüyorsunuz.





Sagra da Famillia’daki kısa ziyaretin ardından bu kez Barcelonata’ya gidip deniz kıyısından verilen kozmetik siparişlerini almak üzere MareMagnum alışveriş merkezinin yolunu tutuyoruz ama sıcak yine bitiriyor bizi, ayaklar iflas etmiş vaziyette, dayanamayıp çimlere atıyoruz kendimizi. Kozmetik alışverişini de tamamladıktan sonra dünyaca ünlü 7 Portes Restaurant’ta paella yemek üzere oraya yöneliyoruz. Gerçekten son derece profesyonel, son derece güzel bir restoran ve burada artık porsiyonları ayarlamayı öğrenmiş insanlar olarak yiyebileceğimiz kadar paella ve şarap eşliğinde günün yorgunluğunu atarak yemeğimizi yiyoruz.


Barcelona’da insanların çok geç yemek yediklerini illa ki duymuşsunuzdur, bizim yemeğimizde ancak gece yarısı bitiyor zaten. La Rambla’dan geçerek akşamı noktalıyoruz, son bir günümüz kalıyor ama aklımızda bir sürü yapılacak şey var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder