19 Ağustos 2013 Pazartesi

E bizim memleketimiz de cennet: Çeşme!

Yunan Adaları’nı bitirdikten sonra Çeşme limanına indik. Barcelona’ya 2 günümüz kaldığı için 2 gün Çeşme’de dinlenme-eğlenmeyle devam edelim istiyoruz.



Otelimizi aylar öncesinden ayarlamıştık. Çeşme merkezde, marinada Larimar Butik Hotel. Çeşme merkezi ulaşım kolay olduğu için tercih ettik. Kadir bey isminde son derece beyefendi bir sorumlusu var (sahibi mi bilemiyorum, sahibi gibi geldi ama emin olmadan yazmak istemedim), her şeyinizle bilfiil ilgileniyor. Otelin güzel odalarından birini bize ayırmış, deniz manzaralı terası var ve bir de bistro masası konmuş terasa, mis ki ne mis!



Otele sabah giriş yapıp nefis bir kahvaltı yapıyoruz. Yeme-içme otellerde çoğu zaman büyük bir sorundur bilirsiniz, onlarca çeşitten oluşan açık büfede çoğu zaman yiyecek bir şey bulamazsınız, karnım doysun mantığıyla bir şeyler tırtıklar, ikinci günden itibarense o onlarca çeşit arasından hep aynı şeyleri yer bulursunuz kendinizi: Benim için bu genellikle yoğurt, birkaç yaprak marul, domates, salatalık, makarna-pilav gibi standart lezzetler ve kahvaltıdaysa kötünün iyisi denilebilecek bir çeşit peynir.

Maalesef cruise yolculuğunda da aynı şekilde devam etti bu gelenek. Kötülemek için söylemiyorum 1000 kişiyi aynı anda doyurmak, ondan da öte tatmin etmek zor tabi.

Çeşme’deki Larimar Butik Hotel’deki kahvaltı ise gözlerimin parlamasına neden oldu bu yüzden. Öyle açık büfe filan değil, serpme kahvaltı denilen türden ancak boş geçilecek bir öğesi bile yok. Tabakta iki çeşit peynir var ve ikisini de yemelere doyamıyorsunuz, domates salatalık güzelce soyulmuş, zeytinyağı, fesleğenle tatlandırılmış, iki çeşit reçel ikisi de harika! İşte bu dedim! Az olsun, güzel olsun!



Odamıza yerleşip üst baş değiştirdikten sonra iki gün için araç kiralamayı düşündük ama her yere taksiyle gitsek yine aynı kapıya çıkar diyerek araba kullanma, park etme sorunlarıyla uğraşmayalım dedik. Çeşme merkezde Kumrucu Şevki’de kumru, midye dolma ve kumpirle karnımızı doyurup taksiye atladığımız gibi Aya Yorgi Koyu’nda aldık soluğu. Hangi beache gitsek derken Marrakesh’te karar kıldık ve girdik içeri.
Koyun denizi muhteşem, Marrakesh’te hizmet son derece güzel, hele bir çikolatalı frozen içtim ki, oy oy oy! Akşama kadar güneş, deniz, kitap, yemeler, içmelerle geçti.



Akşam Çeşme merkeze geldik, amacımız giyinip süslenip Alaçatı’ya gitmekti ancak, ben Çeşme sokaklarında yere yapışıp dizimi, ayağımı kanatıp üzerine de ağrılar içinde kıvranınca sadece eczanenin yolunu bulabildik.



Ertesi sabah dizim biraz daha iyiyken bu kez Aya Yorgi’de Sole Mare’nin yolunu tuttuk. Sole Mare de bir önceki gün gibi, deniz ve güneşle geçti. Cuma günü olduğu için akşamüstü beach parti başladı. Biraz eğlenip bu akşam bari Alaçatı’ya gidelim dedik ve merkeze geri döndük.




Yemeğimizi Çeşme merkezdeki Horasan Balıkçısı’nda yedik. Beş yıldızlı, tavsiye edilir. Bir aile işletmesi, yan tarafında balıkçısı var, denizden tutan, çiğ olarak satan ve lokantanın sahibi hepsi aynı aile. Anne pişiriyor, abla salataları yapıyor, kardeş de servisten sorumlu, Çeşmeli (değillerse bile bence artık olmuşlar) sıcak bir ailenin minicik, salaş ve sevimli bir mekanı olmuş burası. Hele ki karşılarındaki fırının scooterla gezen üç boy genç kızlarını da alsak bir Çağan Irmak filmi çıkar bu sokaktan!

Bol karidesli, kalamarlı, ahtapotlu ve balıklı akşam yemeğimizin ardından Alaçatı dolmuşunda buluyoruz kendimizi. Alaçatı o kadar kalabalık ki sokaklar metrobüsten farksız. Ama kötü demek haksızlık olur. Biz de kalabalığa uyup ağır aksak ilerliyoruz, sağa sola bakarak. Kendimize Çeşme hatırası birer bileklik alıyoruz, meşhur tatlıcı İmren’de tatlılarımızı yiyoruz.

Gece geç vakit yeniden dolmuşta buluyoruz kendimizi, iki gündür Çeşme sokaklarında karşılaştığımız bir travesti var, bu kez dolmuşta da görüyoruz, o kadar matrak ki şoföre takılıyor “sen yeni misin ilk kez görüyorum seni” diyor, paraları topluyor, para üstlerini veriyor, muzır muzır “arkadan vermeyen var mıııııı?” diye bağırıyor, arkadaşı da var, arkadaşı dolmuştan inip bir adamın arabasına yöneliyor, bizimki açık camdan “o kiiiiimmm?” diye bağırıyor, arkadaşı “arkadaşım” diyor, bizimki “ben de geleceğim bekle beni” diye bağırıyor, ben Mr. Balmy’e “ben onunla arkadaş olmak istiyorum!” diye tutturuyorum.

Eminim ki bu toplumda horlanıyorlar, aşağılanıyorlar, öyle olduğu için mi bu kadar rahat görmezden gelebiliyorlar herkesi, her şeyi; bu neşe, bu mutluluk, bu umarsızlık neyle açıklanır? Örnek almak lazım, tüm ciddiyetimle ve samimiyetimle söylüyorum bunu, arkadaş olup nasıl oluyor bu, öğrenmek istiyorum. İniyoruz dolmuştan yollarımız ayrılıyor ama. Biz de otele dönüyoruz, sabah erkenden uçağımız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder