18 Ağustos 2013 Pazar

Büyük felaketler bazen muhteşem güzelliklere neden olabilir: Santorini



Tarih ve doğa bazen hayranlıktan, bazen şaşkınlıktan, bazen de korkudan tüylerimi diken diken eder benim.

Bundan sekiz yıl önce bir banka müfettişi olarak işe başladığımda turneye (biz başka şehirdeki görevlere böyle derdik) gideceğim yer belli olur olmaz, hangi şehir olursa olsun açardım interneti, nerede kalacağımdan, ulaşımıma ve orada gezilecek görülecek yerlerden, yenilecek şeylere kadar derin bir araştırmaya koyulur, en sıkıcı Anadolu kasabası görünümlü şehri bile kendimce şenlikli hale getirirdim.

Bilmediğim bir yere gitmenin bende gelenek haline gelmiş bir ritüeli de bu araştırma safhası oldu bu yüzden.


Santorini tatil rotasına eklenince araştırmalarımdan “tarih de vurmuş damgasını, doğa da” gibi bir sonuca vardım. Kayıp kıta Atlantis’in Santorini olduğu, yeryüzü tarihinin en büyük volkan patlaması sonucunda kıtanın ortadan kaybolduğu, buna karşılık mavisi farklı muhteşem bir denizi, emsali görülmemiş renk renk kumsalları da bu büyük felaketin getirdiğini öğrenmiş oldum. Altı üstü 42 km2’lik (20 km’ye 2 km bir dikdörtgen hayal edin) bu adanın beni çarpması belki bundan oldu, belki de doyamayacak kadar kısa kalmamızdan bilemiyorum ama vuruldum desem abartmamış olurum.

Öğleden sonra 3 gibi karaya ayağımızı basıyoruz, volkan patlamasının etkisiyle Santorini bol bol tepeliklerden oluşuyor. Bu da tepelere adaların olmazsa olmazı eşeklerle tırmanış klasiğini getirmiş. Limandan Fira merkeze de ya teleferik ya da eşekle çıkmak tavsiye ediliyor, sıcağın göbeğinde yürüyerek çıkarım diyenlere iki ayaklı eşek muamelesi yapılıyor, haberiniz ola:)



Gemi yine limana yanaşmıyor, teleferikte fazla sıra olması durumunda eşeğbinme kararıyla tendera biniyoruz. Bir yandan o yokuşu eşekle çıkma fikri karnımda küçük kıvılcımlar yaratsa da güzel bir tecrübe olacağından da kuşkum yok. Ama bir bakıyoruz ki teleferikte de sıfır sıra. Neyse teknolojiyle yolumuza devam edelim diyoruz. Biz de eşekli seyahatten yırtmış oluyoruz böylece!



Teleferikten Fira’ya ulaşıyoruz. Bol yokuşlu dar sokaklar, mavi pencereli, kubbeli evler ve saks mavisi renginde bir deniz… Restoranlar, hediyelik eşya dükkanları arasında dolaşırken Fira’daki otobüs durağını buluyoruz. Buradan adada gitmek istediğiniz her yere otobüs bulmak mümkün.Red Beach, Black Beach, White Beach gibi seçeneklerimiz olmasına rağmen sadece 6 saatlik kısıtlı zamanda biz şu meşhur Oia’ya gitmek istiyoruz. Oia otobüsünü de bulunca atlıyoruz hemen.

Adada geniş zamanım olsa kesinlikle tüm plajlarını gezer, bir de tekneyle volkan turu yapardım ama kısmette sadece o meşhur kartpostal manzaralı Oia’yı görmek varmış.

Otobüs tıngır mıngır gidiyor, muavin paraları topluyor, şoför bizim dolmuşçular gibi atarlanıp duruyorBalmy ile sıcaktan bayılmış halde birbirimize yaslanıyoruz, beyaz kireçli evleri, kurak yamaçları izleyerek bir de üzerine Ankara plakalı bir arabayı görüp otobüste sevinç naraları atarak Oia’ya ulaşıyoruz.




Hemen ara sokaklarına dalıyoruz, bu arada adadaki volkanın en son 1950’lerde patlamasının ardından orada çekilen fotoğrafların harika kartpostallarını incelerken bir köpek bacaklarıma dolaşıyor, huylandığımdan alelacele çektiğim iki fotoğraftan başka bir şey kalmıyor elimde o kartpostallarla ilgili, bir daha da bulamıyorum yerlerini.




O kireç beyazı evleri, mavi çatıları, insana huzur veren saksmavisi denizi gördükçe mutluluk doluyor içime, her köşesinde fotoğraf çektirmek istiyorum. Gitmeden önceki araştırmalarımda pixeli en düşük, en uyduruk makineyle bir fotoğraf çekin, o bile profesyonel ellerden çıkmış gibi olacak demişlerdi, gerçekten farklı bir aydınlık, ışık var bu adanın üzerinde. Her sokağında, her köşesinde bir fotoğrafım olsun istedim.





Oia’nın manzarasına karşı soğuk bir şeyler içip sokakları arşınladıktan sonra yel değirmenlerinin olduğu artık manzaranın über noktası denilebilecek en uç noktadan sonra Oia’dan ayrılıp Fira’ya gitmek üzere yeniden otobüse biniyoruz.





Fira merkezde yine sokaklar arasında dolaşıp volkanik taşlardan yapılmış bilekliklerden bir tane alıp koluma taktıktanve kocaman bir kap frozen yogurtu mideye indirdikten sonra yeniden limana iniyoruz.




Santorini günbatımının en iyi izleneceği yerlerden biri olarak geçiyor her yerde, biz Oia’nın ya da Fira’nın tepelerinden izleme şansına sahip olamasak da limandaki kahvevari yerde biralarımızı yudumlarken güneşi batırıyoruz.

Ardından son tendera binip Santorini defterini de (en azından şimdilik) kapatmış oluyoruz. Kendime söz veriyorum, buraya bir kez daha gelmeliyim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder