14 Ekim 2014 Salı

Frilands museet, smorebrod, national museet ve daha fazlası: Kopenhag

Susanne pazar sabahı saat 7'de çıkıp gidiyor, bir meditasyon grubuyla parkta toplanıp meditasyon yapmak için. Kapının sesine uyanıyorum ama yatak resmen sarıp sarmalamış çıkmak istemiyorum. Mr. Balmy derin derin uyuyor, o da belli ki yatağı sevmiş. Kopenhag'ta özellikle haftasonları hiçbir mekanın 10'dan önce açılmadığını okumuştum bir yerlerde, hiç istifimi bozmadan o rahat yatakta döne yuvarlana kitabımı okuyorum. Saat biraz ilerleyince hem kendi, hem de Mr. Balmy'nin rahatını bozup kalkıyoruz. Gezilmeyi bekleyen koca bir şehir, önümüzde de sadece 2 tam gün var sonuçta!



Haritamızın üzerinde gezilecek, yemek yenilecek yerleri işaretleyip çıkıyoruz. Hedefimiz Kopenhag ve kahvaltı deyince her yerde karşımıza çıkan Ben and Jensen'a gitmek, epey yürüyoruz, yol boyu bir yandan şehri gezmiş, önemli noktalarından geçmiş oluyoruz, bir yandan pazar sabahı olması dolayısıyla gruplar halinde spor yapan, koşan insanlara hayranlıkla bakarak iyice acıktıktan sonra geldiğimiz noktada Ben and Jensen namına hiçbir şey olmadığını görüyoruz. Mr. Balmy haritada işaretlediğimiz başka bir mekanın izini sürmüş meğer... Sinir olmuş halde önünden geçtiğimiz ve içerisi tıklım tıklım bir yere giriyoruz. Fırın-pastane arası bir zincir burası. İsmi Lagkagehuset. Numeratörden siparişinizi alıp selfservisle istediğinizi alıyorsunuz. Her şey muhteşem görünüyor, hele tatlılar!



Önce ekmeğimsi bir şeyden sonra nefis bir tatlı ve kahveyle kahvaltımızı yapmış oluyoruz. Kahvelerimizin sonunu kafenin yüksek ve rahatsız taburelerinde değil, kanala karşı içiyoruz.

Sonraki hedefimiz bir açık hava müzesi olan Frilands Museet. Önce metroyla ana istasyon Norreport'a gidip orada tren değiştirmemiz gerekiyor. Ancak ana istasyonda oraya giden trenin haftasonları çalışmadığını öğrenip aynı biletle 184 numaralı otobüse binip müzenin önünde iniyoruz.




Frilands Museet Danimarka'nın geleneksel yaşantısını yansıtmak üzere kurulmuş bir açıkhava müzesi. 1600'lerden itibaren kullanılan eşyalarla örnek evler, ahırlar kurulmuş, yün eğirme makineleri, yel değirmenleri, ahırlarla küçük bir köy olmuş burası. Evlerin içini gezmek mümkün. Pazar günü olması nedeniyle pikniğe ya da çocuklarını gezdirmeye gelen bir sürü Danimarkalı var burada. Görülmese çok şey kaybedilmez ama değişik bir şeyler görmek, biraz havayı değiştirmek için ziyaret edilebilir.



Gezimiz bitince yeniden 184 numaralı otobüsle şehir merkezine dönüyoruz. Bu arada iyice acıkmışız. Danimarka'nın ünlü yiyeceği smorebrod yemek üzere bir mekana oturup güneşi iliklerimizde hissetmeye çalışıyoruz, çünkü bu kutba yakın memlekette güneş gittiği anda hava sıcaklığı inanılmaz düşüyor. Hojbro C adındaki cafe, Kopenahg'ın güzel meydanlarından birine attıkları masalarda hizmet veriyor, oturup bir jambonlu, bir balık ve karidesli smorebrod ve biralarımızı söylüyoruz.


Güneş iyice üzerimizden çekilince pazar kalabalığı halindeki şehirde turlamaya devam ediyoruz.



Saat 4'te National Museum'a giriyoruz. İlk çağlardan itibaren Danlara ilişkin ne varsa bu müzede var. Giriş katı taş devrinden başlıyor. Biz de gezmeye oradan başlıyoruz. Danlar'ın Afrika'dan geldiği, gelişimi, çeşitli ilkel aletler, mumyaları görüyoruz. Anadolu'da bulunan ilk çağ aletleri genellikle kesici cisimler, av aletleri iken burada coğrafya farklılığı nedeniyle ilkel kayıklar ve oltalar sergileniyor. Aynı zamanda Viking mirası olarak çizilmiş taşlar ve soyağacı olarak işaretlenmiş dikitler ilgimizi çekiyor. Derken 5'te müzenin kapanacağı anonsu geliyor. İlk katı gezip diğer katları son güne bırakmak üzere müzeden ayrılıyoruz.









Müzeden çıkıp elimizde haritayla Tivoli'ye çıkıyoruz. Walt Disney'e ilham olmuş bu güzel park yalnızca yazları, Cadılar Bayramı ve Noel'de açık olduğundan biz de masalcı Andersen gibi ancak uzaktan bakıyoruz. Sıcak bir krep atıştırıp gezmeye devam ediyoruz.





Güneş iyice çekilip soğuk birden bire bıçak gibi kesmeye başlayınca bu kentin sokakları da boşalıveriyor. Bir süre sonra soğuktan açlıktan zevk alamaz hale gelince Mr. Balmy ile markete girip biraz peynir, kraker ve bir şişe şarap alıp evde içmeye karar veriyoruz, evde biraz ısınıp dinlenip gece yeniden dışarı çıkmak niyetiyle.

Alışverişi yapıp eve gidince Susanne'ın bulaşık makinesini boşalttığını görüyoruz, mutfakta onun yanına oturup sohbet edip şarap içmeye başlıyoruz. Sohbet koyulaştıkça koyulaşıyor, siyaset, gündelik yaşamlar derken, hızla içilen şaraplar sıcağa girmemizin de etkisiyle etkisini artırıyor, yanaklarımız yanmaya başlıyor, odada o rahat yatağa uzanmamızla "sanırım dışarı çıkmak istemiyorum" son sözüm oluyor.

Sıcak yatak daha cazip hale geliyor, biz de bizi kendine çekip duran yatağa karşı koymuyoruz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder