15 Temmuz 2014 Salı

Bodrum'da öyle havalı beachler, pahalı restoranlar beni aşar derseniz...

Feneri epey geç söndürüp bir hayli alkol de almışız. Ama günlerimiz kısıtlı, uyku, dinlenme bir dursun hele deyip sabahın 8'inde sürünerek kalktık. Otelin muhteşem kahvaltısı henüz masalara konmamış bile. Bir çeşit peynir var başka da bir şey yok. Mr. Balmy'e "bunların abuk kahvaltısındansa Bodrum Merkez'de tost, simit bir şeyler atıştırırız, gel gidelim." dedim.

Bu kadar erken Bodrum Merkez'e gitmemizin sebebi Bodrum koylarını dolaşan bir tekne turu yapmak istememiz. Evet bildiniz birçok tatil beldesinde yapılan o klasik tekne turlarından. Tüm gün oradan oraya denize girilip çıkılan öğle yemeği dahil tekne turu. 

Arabayı park edip limana iniyoruz ama ramazanda, salı günü hem de erken saatte teknelerde hiçbir hareket olmadığını görüyoruz. Bir sağa, bir sola salındıktan sonra bir yetkili bulup 10'da başlayan tekne turu için biletlerimizi alıyoruz. Kişi başı 35 TL ve öğle yemeği dahil! Üstelik öyle cıstak cıstak müzikle, Ankara'nın Bağları dönüp duracaksa binmem pazarlığımı da yapmışım. 


Saat 10'a kadar Denizciler Derneği'nin yerinde tostlarımızı bitirdikten sonra tekneye yerleştik. Bizim bindiğimiz tekne 20-25 kişilik küçük bir tekne. Günlerden 1 Temmuz Denizciler Bayramı olunca limanda gemilerin dakikalarca süren düdük seramonisi ile limandan ayrılmadan Kabotaj Bayramı'nı da kutlamış olduk. Denizciler Bayramı'nda gün boyu denizin üzerinde olmak da hoş bir tesadüf oldu. Akvaryum Koyu, Tavşan Burnu, Poyraz Koyu, Meteor Çukuru ve Karaada koylarında yüzme molaları, teknede güneşlenme, makarna-salata-tavuk üçlüsünden mütevazi bir öğlen yemeği, güneşten bunalınca teknenin alt tarafında uzanıp pencereden sadece mavi ve yeşili izlemek, teknede yolculuk edenlerle, kaptanla kısa sohbetler, ara ara kısa şekerlemeler ve her şeyden önemlisi sıkış tepiş ortamda son ses Ankara havaları çalan bir tekne olmaması günümüzün iyi geçmesinde çok etkili oldu. Akşamüstü 5 civarı tekneden Bodrum'a indik. 





Bodrum'a kadar gelmişken Paşayı ziyaret etmemek olmaz deyip Zeki Müren Evi Müzesi'ne gittik. Sıcakta yürüyerek ulaşıp bir anda klimalı, hem de alaturka Zeki Müren nameleri çınlayan bir ortama girince başka bir dünyaya adım atmış olduk. Evi gezerken insanın yüreğinin burkulmaması mümkün değil... O şatafatlı sahne kostümlerinin tam tersi mütevazi bir ev, sade mi sade bir yaşantı... Sevmek, sevilmek odaklı bir çocuk kalbi taşıyan dev bir sanatçı. Ne şımarıklık, ne sonradan görmelik... Bodrum'a yolu düşenin bu evi mutlaka ziyaret etmesi lazım, ancak burada o renkli kıyafetler giyen ve bu toplumun aslında hiç sevmeyeceği bir profili taşıyan bir adamın herkesin kalbini nasıl kazandığını anlayabiliyor insan.






Günbatımı yaklaşırken karnımızın acıktığını hissediyoruz. Bodrum Çarşısı'nda Barbuoni isminde bir mekana oturuyoruz, bizi çeken yalnızca önündeki kumpir arabası! Bodrum Kalesi manzarasında kumpir yiyip kırmızı erik frozenından yudumluyoruz. Bodrum Çarşısı'nda biraz dolaşıp günü batırmaya yakın otele dönüyoruz. 


Bir önceki gecenin etkileri, tüm gün deniz, güneş, sıcakta yürüme derken duş alıp Türkbükü'nde biraz dolaştıktan sonra erkenden uyuyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder