26 Şubat 2013 Salı

Hayat dediğin bir andır, o da şu andır!

Kendimi pek bir hafif hissediyorum bu aralar.



Nefes mucizesi midir, düzenli sporla salgıladığım endorfin hormonunun hikmeti midir, eski bol gezmeli-sohbetli günlerime dönüşümün kerameti midir yoksa hepsinin etkisi midir bilemeyeceğim. Ama kendimi iyi hissediyorum, herkes gözlerimin, yüzümün ışıl ışıl parladığını söylese de, bir dakika bile boş durmamaktan kaynaklı birazcık da yorgun hissettiğim bir gerçek.

Neler yapıyorum bu aralar, hiç çalışasım yokken işe konsantre olmaya çalışıyorum öncelikle. Sonra pilates, ağırlıklar, bosu topları ve spinning bisikletleriyle haşır neşir oluyorum. Biraz evde aklım kalarak gidiyorum spora ama sonra fiyonk olmuş bir şekilde eve dönüyorum. Bu verdiğim ara ve yuvaya dönüş (!) sonrası hep diyorum ki hayat hakikaten bir armağan, hayatımızdaki her şey de, sonra kaybedince ahlayıp vahlıyoruz! Değerini bilmek gerek!

Cuma akşamı Kapadokya'da tanıştığımız iki güzel hatunla Tunalı'da beraberdik. Yağmurlu havada mis gibi pasta-börek kokularının arasında harika bir sohbet eşliğinde yemek yedik ve aynı ekiple yeni gezme planları yaptık.

Cumartesi günü ise spor ve evdeki bazı rutin işler sonrası giyinip süslenip bu kez uzun zamandır beraber spor yaptığımız bir ekiple buluştuk. Sloganımız spor güzelleştirir, kaynaştırır, eğlendirir! Sırf birbirimizi daha sık görelim diye "gün" yapmaya bile başladık:) Her ayın 15'inden sonraki haftasonunu da birbirimize ayırdık. Bu hafta önce İran Caddesi Big Chefs'te bir şeyler yedik.




Ben Reşit Galip'teki Big Chefs'in tutkulu bir müdavimi iken İran Caddesi'ne taşındıktan sonra hiç gitmemiştim, gerçekten oradaki havayı da bulamadım. Ama yine de güzeldi. BBQ soslu tavuklu pizzasını denedim. Porsiyon çok büyüktü ve barbekü sosun tadını hemen hiç alamadım, kısacası çok beğenmedim ama sohbet harikaydı tabi.




Oradan kalktıktan sonra bu kez Filistin Caddesi House Cafe'de soluğu aldık. Orada da birer içecek ve biraz daha sohbetin ardından önümüzdeki ay için sözleştik.

Pazar günümse yine dolu dolu geçti.

Benim ortaokul yıllarım bir gariptir. Herhalde hayatımın en çok kendime güvendiğim yıllarıdır ortaokul yıllarım. Okul hayatımın da en güzel zamanlarıdır. Ne lisede, ne üniversitede o tadı yakalayamamış biri olarak iddialı bir lafla diyebilirim ki: Kral sınıftık:)

Hani gruplaşmalar olur, inek inekle takılır, yaramaz yaramazla... Bizim ilişkilerimiz öylesine farklıydı ki sınıfın en azman, en yaka silktiren çocuğunu da severdik, yıllarca sınıfta kalıp kalıp en son bizim sınıfa düşen "abi"leri de severdik, iyi anlaşırdık. Mesela ben sınıfın ineklerinden biriydim ama okulun ağzında jiletle dolaşan belalısı da can arkadaşımdı, öğretmen döveni, üç-dört yıl sınıf tekrarına kalanı da!

İşte sosyal medya sağolsun, biz birbirimizi bulduk, bir süre izlemeye aldık ve sonunda da günlerden bir gün hadi buluşalım dedik. Sonra da bunu bir gelenek haline getirdik. Her buluşmamızda da sayımız biraz daha artmaya başladı.

Ortaokul arkadaşlarımdan Pınar'ı da bu buluşmalardan sonra ayrı bir sevmeye başladım ve gördüm ki biz bir de çok yakın oturuyormuşuz, onu bir tutup bir daha bırakmamaya karar verdim!

Pazar günü Ankara Kalesi'nde kahvaltı sonrası tiyatroya gitmek üzere sözleştik. Kale'de birkaç mekan var. Zenger Paşa, Boyacızade Konağı, Ant Cafe, Ceritoğlu benim zaman zaman kahvaltıya, zaman zaman yemek yemeye gittiğim yerlerdi.

Hatta bir-iki hafta önce Umutla Ant Cafe'ye kahvaltıya gittik, manzarasına diyecek yok. Gerçekten çok güzel, geçen yıl burada tas kebabı ve mantı yemiştik, onlara da söylenecek söz yok. Ama kahvaltı deyince hayalkırıklığına uğradık. Hani "açık büfe" değil, "serpme kahvaltı" bile olsa çay dediğin sınırsız olur, ne bileyim simit ayrıca parayla satılmaz değil mi? Gayet de kötü bir hizmetle keyifsiz bir kahvaltı haline geldi. Sadece manzara var diyeyim olsun bitsin. Fiyat 14 tl ama alınan ekstra çay, simitle, bir de yumurta filan söylerseniz 30 tl'yi buluyor.





Bu hafta işi şansa bırakmamak için daha önce defalarca gittiğim ve Kale'de her zaman tek geçtiğim bir başka mekana gittik: Kirit Cafe. Ambiyans şahane. Hizmet muhteşem, doyumluk kahvaltı ve tadımlık kahvaltı olarak iki seçenek var, biri 20 tl, diğeri 17 tl. Sınırsız çay, yumurta, çeşit çeşit ekmek, ev yapımı reçel, meyve ve simit içerisinde. Bir de üstüne cumartesi-pazar günleri piano dinletisi var mıymış! Çok keyifli bir sohbet de eklenince üstüne tiyatro saati gelene kadar kalkmadık.



Ardından Altındağ Tiyatrosu'nda oynanan bir perdelik Yosunlar ismindeki oyuna gittik. Eğlenceli aynı zamanda hüzünlü bir hikaye. Aileleri tarafından terk edilmiş iki eski arkadaş birlikte yaşamaktadırlar, zaman zaman birbirlerine karşı acımasız da olan bu iki yaşlı adamın hayatına bir gün kapıyı genç bir kızın çalmasıyla değişik bir renk gelmiş olur. Aynı zamanda yalnızlık, cinsellik, yaşlılık ve hayat üzerine pek çok ders ve bunun yanında eğlenceli dialoglar ve tespitlerin de geçtiği pazar günü keyfine yaraşacak bir oyun.

" - Nurettin elmanda kıl var.
  - Elmanın kılı insanın kılından daha zarasızdır."



Oyunun dekorunu ayrıca çok çok beğendiğimi söylemek isterim. Son derece derinlikli, çok boyutlu, salona girdiğinizde insanı etkileyen bir havası var.

Ve pazartesi sabahı iş öncesi yogaya başladım, bu da yeni denemelerimden. Yaklaşık bir aydır yüz yogası ile başladığım çalışmalara en azından haftanın bir günü vücudumu da eklemek istedim.

Bir yogini olmadığın kalmıştı dediğinizi duyar gibiyim, n'apalım ben de böyle biriyim işte!

*İlk görsel internetten, kaynağını bulamadım, son iki görsel de devlet tiyatrolarının sitesinden.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder