3 Haziran 2013 Pazartesi

Umudu kesme yurdundan


Benim için her şey geçen hafta ortası twitter'da Gezi Parkı'ndan başka bir şeyden bahsetmeyen tweetlerle başladı. Ardından gazetedeki haberler: Kırmızı elbiseli güzel bir kızın yüzüne sıkılan biber gazı, polisin barikatının önünde kitap okuyan, yediği börekten o barikattaki polise ikram eden direnişçiler... Ve bardağı taşıran böylesi insani bir direniş halindeki bu insanların sabahın beşinde çadırlarının yakılması, gaz bombaları ile saldırıya uğramaları oldu.

Hiçbir zaman siyaset hayati derecede önem taşımadı benim için, hiçbir zaman sokaklara dökülmedim sesimi çıkarmak için. Ancak o gün twitterda okuduklarım, fotoğraflar keşke Ankara'da biz de bir şeyler yapabilsek dedirtti. Mesele çoğu konuda olduğu gibi üsluptan ibaretti belki de. Yani oradaki grup taşlarla sopalarla polise saldırsa da, üzerlerine gaz bombası yeseler, benim gibi birçokları için sıradan bir havadis olup çıkacaktı bu mesele.


Bu sadece bende değil vicdanı olan herkeste bir rahatsızlık uyandırdı demek ki. Cuma akşamı yine sosyal medyadan toplanma haberleri geldi. Ankara'da 19'da Kuğulu Park'ta deniliyordu. Çıkıp gittik. Slogan atmayı bilmeyiz, gösteri yürüyüşünden anlamayız. Bu protestoların bir tür şenlik havasında geçmesinin nedeni de bu zaten, herkes bizim gibi!


İşin en güzel tarafı da ne biliyor musunuz? Ben hayatımda, bu memlekette hiç bu kadar merhamet ve yardımlaşma görmedim! Yaralananlara herkes yardım ediyor, işyerleri mekanlarını açıyor, yiyecek içecek temin ediyor, doktorlar avukatlar teyakkuzda bekliyor, iletişim için internet şifreleri paylaşılıyor.


Mesele ne Gezi Parkı, ne de üç-beş ağaç aslında. Mesele üsluptan ibaret ve ne ilginçtir ki bu üslup altıncı günde de aynen devam ediyor. Tek bir adam yapıyor bunu üstelik, kendi partisindeki çoğu insan bile gayet ortamı yatıştıracak açıklamalar yaparken o hala inatlaşıyor, "evde zor tuttuğumuz %50 var, salarız üzerinize" diyor. Halbuki en son seçim sonunda meşhur balkon konuşmasında "ben herkesin başbakanıyım" dememiş miydi? Şimdi nerede içki içenin, üç çocuk doğurmayanın, şehir merkezinde ağaçların kesilmesini istemeyenin başbakanı?


Aslında bir taraftan da iyi ki böyle yapıyor. Yoksa ufak bir protesto gösterisinden öteye geçemeyecek bu olay, kocaman bir HALK hareketine asla dönüşemezdi. Baskılara, biber gazına ve korkak medyaya rağmen!

Bundan sonra ne olur bilemem ben kendi adıma barışçıl ve insani olan her direnişin yanındayım, bu mevzuya kulak tıkayan medyayı ise hayatımdan çıkarmaya karar verdim. Dün akşam televizyonumu kapatarak işe başladım, bu sabah da gazetelerinin internet sitelerine girmedim. Belki bir tek benim ya da benim gibilerin tepkisiyle hiçbir şey olmaz ama ben kendi adıma küçücük de olsa bir katkı sağlamak istemiyorum artık bu gözü kör, kulağı sağır, dili lal korkaklara.

Bir kişi bile çok demek, sakın unutmayın!

Güzel bir şarkı vardı taaa ben çocukken söylerdik, bu haftasonu kulağımda çınladı durdu:

"Nasıl başlarsa fırtına,
Öyle diner birden bire
Bir ışık parlar yeniden,
Karanlıklar arasından
Umudu kesme yurdundan"




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder