28 Haziran 2013 Cuma

Bir Buddha Hikayesi: Siddhartha

"I have read this book for 4 times."
Gözlerim açılıyor.
"4 times???"

Üniversitedeyken bir arkadaşım var, Anndrea, Danimarkalı. Girdiğimiz kitapçıda Siddhartha'yı gösteriyor ve böyle diyor.


İsim bir şey ifade etmiyor, arkasına göz atıyorum kısaca, hımmm uzak doğu felsefesi, Buda'nın hikayesi filan... O zamanlarda şimdikinin aksine ne uzakdoğuya merakım var, ne de bu hümanist felsefelere. Arkadaşım felsefeyle yakından ilgili. Felsefeyle ilgilenen bile dört kere okuduysa ağır bir kitap demek ki diyorum. Üstelik ne kadar beğenirsem beğeneyim bir kitabı ikinci kere okuyamıyorum ben. Arkadaşım anlıyor aklımdan geçeni: "Okunması kolay bir kitap ama ben her seferinde bir şey kaçırdım mı acaba diye okudum, her seferinde de başka bir şey buldum." diyor.

Yorumsuz kalıyorum, zaman zaman kitabı gördükçe aklıma geliyor, geçiştiriyorum.

Geçenlerde kitap siparişi verirken aklıma geliyor, daha zamanı gelmedi mi İlke diyorum, alıyorum kitabı. Altı üstü 150 sayfa. Bir masal kadar basit ve yalın bir dili var. Bu basit cümleler arasında aslolan kaçıyor bazen. Ben de hiç yapmadığım bir şey yaptım bu kitapta, kitabı okudum bitirdim, kapağını kapattım, sonra açtım başından yeniden okumaya başladım, başka şeyler dikkatimi çekti, başka cümlelerin altını çizdim.

En özet şekilde söylersek, Siddhartha isimli karakterimizin "erme, aşma, Nirvana'ya ulaşma" yani Buddha olma öyküsü var bu kitapta. Bu yolda tek bir rehberi var, kendi içindeki "Ben". Dünyevi şeylerle içimizdeki Ben'i unuttuğumuzu anlıyor yolculuğunda. Hep kendine kulak veriyor, aydınlanma için başkalarının değil, sadece içindeki Ben'in uyanması gerektiğini anlıyor.

Dinler, felsefeler, tasavvuf... Hepsi aynı şeyi söylüyor bunu bir kez daha anladım. Kitapta da, Budizm'de de, tasavvufta da bu var: Dünyadaki her şey birlik içinde, birbirine görünmez iplerle sıkı sıkıya bağlı diyorlar, öyle olmasa bizim Orta Asya'daki kamlar, doğunun tasavvufçuları, uzak doğunun felsefecileri, Peru'daki şamanların hepsi aynı şeyi nasıl anlatırdı ki zaten?


Kitabı okurken düşünüp, araştırıp not aldığım bazı şeyler.

- Aslında sarhoşluk, meditasyon, vecd ve zikir halleri birbirinden çok farklı değil, hepsinde aynı şeyler var, bu da hayatta hiçbir şeyin kesin çizgileri olmadığını gösteriyor, her şey zannettiğimizden çok daha geçişken, iyi-kötü, doğru-yanlış diye bir şey yok.

-Atman: Her şeyin özü Atman'dır, bütün evren Tanrı'dır, insan ruhu yani Atman da tanrının bir parçasıdır, öldükten sonra insan tanrı ile birleşir, onda çözümlenip tanrıda yok olacağı söylenir.

-Siddhartha arayışında hiçbir öğretiye, öğretmene itibar etmiyor, "kendi"ne dönüyor ki amacına ulaşmak için gerekli olan aracı, bir süre sonra amacını geçmesin, unutturmasın. Amaca ulaşmak için seçilen yollar bazen hayatımızı o kadar kaplıyor ki araçlar amaç halini alıyor ve asıl olandan, amacımızdan günden düne uzaklaşıyoruz. Hep iş hayatıyla ilgili örnek veririm ben, hayata geliş amacımız mutlu olmak ve işe gitme nedenimiz istediğimiz şeylere elde etmek için bir araca ihtiyaç duymamız. Halbuki bir bu araç uğruna mutlu olmak amacımızdan uzaklaşıyoruz, işle ilgili yaşanan mutsuzluklar hayata geliş amacımıza ihanet ediyor. Bunu hep akılda tutmakta fayda var.

Kitapta altı çizilenler:

"Ben tümüyle safdışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesi kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık Ben olmayan öz, o büyük giz." (s.24)

"Şimdiye kadar öğrendiğim tek şey, hiçbir şey öğrenemeyeceğim oldu. İnanıyorum ki, bizim 'öğrenme' dediğimiz şey gerçekte yok. Tek bir bilgi var, dostum, bu da dört bir yandadır, bu da Atman'dır, benim içimde, senin içindedir bu da, her varlığın içindedir. Ve artık şuna inanıyorum ki, bu bilginin bilme isteğinden, öğrenme isteğinden daha azılı bir düşmanı olamaz." (s.29)

"Öğrencilerinden biri olsam korkarım kendi Ben'im sadece görünürde, sadece yalancıktan sükun bulup esenliğe kavuşacak, oysa gerçekte yaşamını sürdürüp büyüyecek giderek, çünkü o zaman öğretiyi, senin peşine takılmamı, sana duyacağım sevgiyi, keşişler topluluğunu kendi Ben'im yapmış olacağım." (s.44)

"Mavi maviydi, ırmak ırmaktı; her ne kadar Siddhartha'daki mavinin ve ırmağın içinde o biricik ve Tanrısal varlık yaşamını sürdürüyorsa da, Tanrısal varlığın hikmeti burada sarı, orada mavi, burada gökyüzü, orada orman, bir başka yerde Siddhartha olmaktı. Amaç ve töz nesnelerin arkasında bir yerde değil, onların içindeydi, her şeydeydi kısaca.
...Ne sağır, ne körmüşüm. Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım, önceden varsaydığım bir anlam uğruna işaretleri ve harfleri hor gördüm, görüngüler dünyasına yanılsama, dedim; kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz saydım. Olamaz böyle şey, geride kaldı bu, artık uyandım, gerçekten uyandım ve ancak bugün açtım dünyaya gözlerimi." (s.49)

"Bedenin özben olmadığı, duyuların oyununun özben olmadığı nasıl kesinse, düşünceler de, akıl da, öğrenilen bilgelikler de, bir düşünceden sonuçlar çıkarma ve yeni düşünceler üretme becerisi de özben değildi. Hayır, düşüncelerin dünyası da özbenin uzağındaydı, duyuların rastlantı niteliği taşıyan Ben'ini öldürüp düşüncelerin ve bilgeliklerin rastlantı niteliğindeki Ben'ini beslemek de hedefe götürmeyecekti. Her ikisi de, gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı; yapılacak şey, her ikisine kulak verip Ben'in gizli seslerini yakalamaktı. Seslerin kendisinden istemediği hiçbir şeyin peşinden koşmayacak, seslerin kendisine salık vermediği hiçbir şeyle oyalanmayacaktı." (s.55)

"Bunu da ırmak öğretti bana; her şey dönüp gelir!" (s.57)

"Sevgi avuç açıp dilenilebilir, para pulla satın alınabilir, armağan olarak sunulabilir sana, sokakta bulunabilir, ama haydutlukla ele geçirilemez." (s.63)

"Siddhartha hiçbir şey yapmaz, bekler, düşünür, oruç tutar, ama taş nasıl suyun içinde yol alırsa, o da dünyadaki nesneler içinden yol alıp gider, bir şey yapmaksızın, kılını kıpırsatmaksızın; bir şey çekip götürür onu; düşecek oldu mu koyuverir kendini, düşer. Belirlediği hedef kendine çeker onu, çünkü hedefinden onu alıkoyacak hiçbir şeyin ruhundan içeri sızmasına izin vermez..... Herkes büyü yapabilir, herkes belirlediği hedefe ulaşabilir, yeter ki düşünmesini, beklemesini ve oruç tutmasını bilsin." (s.67)

"Yazmak iyidir, ama düşünmek daha iyi; akıllılık iyidir, ama sabretmek daha iyi." (s.71)

"Aynı zamanda hem sevip hem aşağıladığı insanların çocuksu ya da hayvansı bir yaşam sürdüğünü görüyordu. Çalışıp didindiğini görüyordu onların; karşılığında ödedikleri ücrete hiç de değmeyecek nesneler uğrunda, para pul, küçük hazlar, küçük payeler uğrunda acı çektiklerini, saçlarını ağarttıklarını görüyor, birbirlerine verip veriştirip hakaretler yağdırdıklarını, bir Samana'nın gülüp geçtiği ıstıraplardan dolayı ah vah ettiklerini, bir Samana'nın hiç duyumsamadığı yokluk ve yoksunluklardan etkilendiklerini görüyordu." (s.75)

"Sen de benim gibisin, insanların büyük çoğunluğundan farklısın..... içinde dingin bir yer, sığınılacak bir yer var, ne zaman istersen benim gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda vardır bu, oysa herkes buna sahip olabilir.
.....
İnsanların büyük çoğunluğu düşen yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar." (s.77)

"Tepetaklak gidiyorsun! diye söylendi kendi kendine ve güldü. Bunu söyler söylemez ırmağa ilişti gözü, ırmağında da tepetaklak yuvarlanıp gittiğini gördü, boyuna tepe üstü akıp gittiğini ve bu arada şarkılar söylediğini, neşesini elden bırakmadığını." (s.97)

"Yolum daha nereye götürecek beni? Acayip bir yol, dönemeçler çizerek ilerliyor, belki de bir çember çiziyor. Nasıl ilerlerse ilerlesin, izleyeceğim bu yolu." (s.98)

"Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir. Dünya zevklerinin ve dünya malının insana hayır getirmeyeceğini daha çocukken öğrendim. Hanidir biliyordum bunu ama ancak şimdi yaşadım. Ve şimdi biliyorum, belleğimle değil, gözlerimle, yüreğimle, midemle biliyordum böyle olduğunu. Ne mutlu bana ki biliyorum artık!" (s.99)

"...bir başka şeydi ölen, ölmeyi hanidir özleyip durmuş bir şeydi. Bir zamanlar o yakıp kavurucu çilecilik yıllarında öldürmek istediği şey değil miydi bu? Kendi Ben'i değil miydi, küçük, ürkek ve mağrur Ben'i, bunca yıl savaşıp durduğu, onu dönüp dolaşıp yenilgiye uğratan, her öldürülüşünden sonra dirilip kalkan, sevinci yasaklayan, korkulara kapılan Ben'i? Hele şükür bugün ölümü boylayan, buradaki bu orman içinde, bu şirin ırmak kıyısında can veren bu değil miydi? Ben'in ölümü değil miydi onu adeta bir çocuğa, içi böyle güvenle, böyle neşeyle dolup taşan, böylesine korkusuz bir çocuğa dönüştüren?
..... neden bir çileci olarak Ben'le savaşından sonuç alamadığını şimdi seziyordu Siddhartha. Pek çok bilgi, pek çok kutsal dize, pek çok sungu kuralı, pek çok oruç, pek çok eylem ve çaba başarıya ulaşmasını önlemişti. Kibirden hiçbir şey görmemişti." (s.100)

"Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye bir şey de bilmez." (s.108)

"... tüm çile ve kahırlar zaman değil miydi, tüm uğraşıp didinmeler, tüm korkular zaman değil miydi? Zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu?" (s.108)

"... gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri, hiçbir öğretiyi benimseyemezdi. Ama aradığını bulan da hangi öğreti olursa olsun, hangi yol, hangi amaç olursa olsun hiçbirinden onayını esirgeyemezdi. Artık onu sonsuzlukta yaşayan, 'Tanrısal'ı soluyan binlerce başka kişiden ayıran hiçbir şey yoktu." (s.111)

"...yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür." (s.118)

"...oğluna sevgisi daha güçlüydü bilgisinden, ona karşı şefkati de daha güçlü, onu kaybetme korkusu daha güçlüydü. Şimdiye kadar böylesine gönül verdiği bir başka şey olmuş muydu? Böylesine derinden sevmiş miydi bir başkasını, böylesine kör bir sevgiyle, böylesine acı çekerek, boşu boşuna sevmiş, ama yine de mutlu hissetmiş miydi kendini?" (s.120)

"Dünyevi yaşam süren insanların başka bakımdan bilgilerden geri kalır yanı yoktu; nasıl ki zorunlu olan her şeyi inatla, şaşmadan yapan hayvanlar kimi anlarda insanlardan üstün görünebilirlerse, onlar da bilgelerden hayli üstündü.
... bilgeliğin ..... her an, yaşamın ortasında birlik düşüncesini düşünebilme, onu hissedebilme ve nefesle içine çekebilme konusunda ruhta her an var olan eğilimden başka bir şey, bir yetenekten, gizli bir hünerden başka bir şey değildi..... Uyum, dünyanın ezeli ve ebedi mükemmelliğinin bilinci, gülümseme, birlik." (s.129)

"...sonuna kadar çekilmemiş ve çözüme kavuşturulmamış çileler dönüp geliyor, boyuna aynı çileler çekiliyordu." (s.130)

"... tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. Tümü birden oluşumların ırmağı, tümü birden yaşamın müziğiydi. Ve Siddhartha dikkatle bu ırmağa, bu binlerce sesli şarkıya kulak verdi mi, salt acılara, salt gülmelere kulaklarını tıkayıp ruhuyla tek bir sese bağlanmadı da Ben'iyle bu ses içinde yitip gitmeyerek bütün sesleri işitti mi, bütünü, birliği duymaya çalıştı mı, binlerce sesin bütün şarkısının bir tek sözcükten oluştuğunu görüyordu, bu sözcük Om'du, mükemmellikti." (s.133)

"Siddhartha bu andan sonra yazgıyla savaşı bıraktı, çektiği acılar son buldu. Yüzünde bilmenin neşesi çiçeklendi, hiçbir istemin karşı duramadığı, mükemmelliği tanıyan, oluşumların ırmağına, yaşamın seline 'evet' diyen bir bilmenin neşesi. Acıları ve sevinçleri paylaşmaya hazır, kendini tümüyle ırmağın akışına bırakmış, birlik be bütünlüğün bir parçası olmuştu Siddhartha." (s.134)

"Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak." (s.137)

"Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez." (s.139)

"Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Bir gerçek ancak tek taraflıysa dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır., hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun..... Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka şey değildir." (s.140)

"Dünya, mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir; hayır, her an mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez.
..... var olan her yel iyi görünüyor bana, ölüm yaşam gibi, günah kutsallık gibi, akıllılık aptallık gibi görünüyor, her şeyin öyle olması gerekir, her şey benim onayımı, benim istekliliğimi, benim sevecen rızamı beklemektedir, benim için iyidir o zaman, bana zararı dokunamaz." (s.140)

















2 yorum:

  1. Aydınlanmak çok yönlü bilgilenmek ile olur .. Nur bilgi ışığı demektir.

    YanıtlaSil