26 Haziran 2013 Çarşamba

İnsanlar ikiye ayrılır: Mutsuzlar ve mutlu olmak için çabalayanlar!

Hayat belli zorunluluklar, sıkıntılar, bunaltılar arasında akıp giderken her güzelliğin kendi içimizden geldiğine inandığımı hep söylerim. Her mutluluk, her mutsuzluk bizim kendi içimizden kopan bir şey, izin vermezsek bir şey bizi ne mutlu, ne de mutsuz edebilir. Bu yüzden insanlar ikiye ayrılır: Mutsuzlar ve mutlu olmak için çabalayanlar!


Bunu yazar yazmaz, niye böyle bir ayırım yaptım ki diye düşündüm şimdi. Mesela şöyle de diyebilirdim: İnsanlar ikiye ayrılır: Mutlular ve kendini mutsuz etmeye çalışanlar. Çok da yanlış bir tanım olmazdı ama galiba mutsuzluğun daha yerleşik, daha uzun süreli, daha bulaşıcı ve insanı daha çabuk etkilemesi nedeniyle mutsuzluğa daha meyilliyiz, mutluluksa emek istiyor, o yüzden böylesi daha doğru geldi.

Mutsuz:
"Hayat berbat"
"Offff sıcak"
"Offff soğuk"

Mutlu olmaya çalışan:
"Bu hafta ne kötüydü ama, ne yapsam da biraz dağıtsam kafamı, çıkıp şu caddede biraz yürüsem, oradan da bizim kızlarla buluşsak?"
"Oooofff çok sıcak cidden, gideyim serin bir ağaç altına, bir de gazete alayım yanıma, serin serin okurum."
"Ooooo bu ne soğuk, gideyim güzel bir film alayım, bir de sıcacık kahve, evde film keyfi yapayım."

Ben ikinci gruptayım tabi ki. Hayattaki küçük hoşlukları, bunlara kafa yormayı severim, birçokları bu şeyleri boş görse de. Bazen evde boş boş oturup tv izlemektense yılbaşı ağacımın süsleri nasıl olsun diye saatlerce internet araştırması yapmayı tercih ederim mesela. Sıkıldım mı kendime hemen bir meşgale yaratırım. Zorunluluklar/sorumluluklar kısmını planlayıp mümkün olduğunca kısa tutup kendime, kendimi mutlu etmeye ve şımartmaya uzun zamanlar ayırmaya çalışırım. İnsanı hayata bağlayan da bu kafa yormalar bence, bunun en büyük kanıtı olarak özellikle 65 yaş üstü insanları bir gözlemlemenizi öneririm. Amaçsız (illa büyük amaçlar düşünmeyin, her sabah köpeğimi yürüyüşe çıkarmalıyım bile olur) olanlar çöküyor, yürüyemiyor, sağlık problemleri ile boğuşuyor, mutsuz olup ölmeyi bekliyor. Öte yandan kendince sosyal çevresi, meşgalesi, küçük küçük amaçları olanlar ne güzel yaşlanıyor, dimdik ayakta duruyor.

Bir arkadaşımın emekli olalı yıllar olmuş, neredeyse benim anneannem yaşında olan annesi faturalarını otomatik ödemeye vermeyi ısrarla reddediyordu, neden diye sorduğumuzda "faturaları takip etmek, gidip bankaya ödemek bana bir meşgale oluyor. En azından bu sayede giyiniyorum, saçıma başıma özen gösteriyorum, dışarı çıkıyorum ve hazır bankaya gitmişken başka şeyler de yapıyorum, bu da olmasa evden çıkmaya bahanem olmaz", diyordu.


Ben hiçbir zaman ev insanı olmadım. Hani böyle insanlar vardır, eline çayını kahvesini alır, ayağını uzatır, oturur da oturur. Asla yapamadığım bir şey bu benim. Evdeysem mutlaka bir şeylerle uğraşırım ya da dışarıdayımdır. Hep yapacak bir şeylerim, gidecek bir yerlerim, kendimi dışarılara atmak için bahanelerim vardır. Öte yandan ne kadar az da zaman geçirsem evim benim için hep "sığınak" olmuştur. Bu annemin babamın evindeyken de böyleydi, şu anda kendi evim için de böyle.

Evimi güzelleştirmek de bu bahsettiğim mutluluk yaratma çabalarımın bir parçası. Öncesinde zevkli mi zevkli bir araştırma safhası ve ardından uygulamaya geçme anı! Örneğin, kıştan beri aklımda yaza güzel bir balkon yapma planlarım vardı. Bu yüzden lale ve sümbül soğanları dikmiştim ama birazcık da Mr. Balmy'nin gereksiz ilgisi yüzünden çiçekler açmadan kuruyup kaldı. Başka bahara dedim ben de.


Bu haftasonu daha önce defalarca gittiğim ancak farklı şeylerini denediğim Çukurambar Fırıncı Orhan'da enfes bir kurutulmuş etli-rokalı pizza ile kadayıfa sarılmış keçi peynirli salata yedim. Tavsiye mahiyetinde buraya not düşmek istedim. Hani doymak için değil, damağa bayram olsun diye yenilecek şeylerdi ikisi de.


Ardından balkon için başladık çalışmalara! Her ne kadar 70'li yılların trendi olan Fransız balkona (ince-uzun) sahip olsak da önemli olan nasıl dekore edeceğini bilmektir diyerek Koçtaş'tan şirin mi şirin bir bistro masası ile iki sandalye alarak işe başladık. Beyaz saksılar ve renk renk çiçekler alıp onları dikme işiyle negatif enerjimizi "toprakladık".


Sandalyelere minder, duvara nazar boncuklu süsler, korkuluk kenarlarına süslü mumlar derken bizim Fransız Hintli gibi rengarenk çıktı ortaya:) Karşı apartmandaki teyze bile balkonuma 10 puan verdi:)


Akşama da biralarımızı cafe creme'mizi alıp hafif bir müzik eşliğinde sefamızı sürdük, bu arada ben bezelye ayıklama işimi de bu güzel balkonda fesleğen kokuları arasında yaptım. Hem uçarı bir özgür kızım, hem de domestik bir ev hanımı, görüldüğü üzere!

Bir bütün üzerinde binlerce parçayız işte. İçimizde her şeyden biraz var . Sınıflandırmalar, ayrıştırmalar ne boş, gereksiz, yanlış! Zamana, mekana, yaşımıza, ruh halimize göre bazen hiç olmadığımız gibiyiz, yabancıyız. İnsanız işte, maya sadece bundan ibaret, bu mayaya katılanlar da bizim elimizde!

O yüzden şimdi ayağa kalkın ve mutlu olun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder