19 Mart 2013 Salı

Teppanyaki Alaturka, Kestaneli-Balkabaklı Cheesecake, Norwegian Wood, Aslanlı Yol, Kıtlama Şekerim

"Bu haftasonu bol okumalı, bol gezmeli, en en en sevdiklerimizle geçen bir haftasonu olsun" demiştim. Benim için öyle oldu.



Cuma günü ayın 15'i olması dolayısıyla evlilikle yarı yılı bitirmiş olduk. Mr. Balmy ile birlikte bir kutlama planladık. Uzakdoğu'ya merakım, deniz ürünlerine, sushiye olan tutkum nedeniyle Çukurambar'da açılan Teppanyaki Alaturka'ya uzun zamandır gitmek istiyordum. Bir de klasik Uzakdoğu mutfaklarından farklı olarak "Japon Ocakbaşı" konseptiyle Türkiye'de de bir ilke imza atmışlar. İster ocakbaşı kısmında oturup sunulan set mönülerden birini seçip Çinli ustanın marifetlerini izleye izleye değişik ve de orgazmik lezzetlerin dibine vuruyorsunuz, isterseniz alacarte restoran bölümünde dilediğiniz yiyecekleri seçip yemeğinizi yiyorsunuz.


Benim niyetim sushi+şarap ikilisiyle geçiştirmekken Balmy'nin ısrarı ile ocakbaşında set mönülerden farklı iki tane seçtik. Acılı-ekşili çorba, mevsim salata, lagos fileto, buharda pişmiş yumurtada kaz ciğeri, sushi, beefroll, çin mantısı, karides ve noodle benim mönümden hatırladıklarım. Yanına güzel bir şarap açtırıp yemenin hazzının ne olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk.








Gecenin finali ise ananaslı dondurma ile yapılıyor muhteşem bir alev show eşliğinde, ama ben o alevi yakalayamadım maalesef.



Bu arada personelin son derece profesyonel ve kusursuz hizmet anlayışıyla hareket ettiğini belirtmek isterim. Özellikle bizimle ilgilenen Salim Bey mönüye çok hakim, çok ilgili ve her ihtiyaç anında yanımızda belirmesi ve meraklı Balmy'nin her sorusuna özenle yanıt verişiyle dört dörtlüktü. Teppanyaki Alaturka'nın alt katında özel odalar da mevcut, en fazla sekiz kişi gidip odayı kapattırıp dilediğinizce zaman geçirebilirsiniz.

Ödediğiniz her kuruşu hak eden, midelere bayram, gözlere, kulaklara, ruha bayram bir mekan olmuş. Ayrıca İstanbul'dan gelen misafirlere hava atmalık bir yer, çünkü Türkiye'de tek. Şunu da ekleyeyim, ben öyle sushi-mushi yiyemem derseniz, Türk mutfağına göre hazırlanmış mönüler de mevcut.

Cumartesi günü ise benim spor arkadaşlarımdan Ülküş ile onun sayesinde tanıdığım Gülay buluşup biraz kız muhabbeti yapalım diye Filistin Caddesi'ndeki Num Num'a gittik. Num Num benim Panora'da iken sevdiğim mekanlardan biriydi, birkaç kez Gordion'da da yemek yemişliğim var ama Filistin Caddesi'ndeki şubeye hiç gitmemiştim. Oradaki vazgeçilmezim Pesto Soslu Çıtır Tavuk Dürüm üzeri iki bira, sonra da mönüye yeni eklenen Kestaneli Balkabaklı Cheesecake oldu. Orgazmik lezzet diye bir şey varsa o, bu cheesecakete kesin var. Mutlaka denenmeli.



Sohbet çok çeşitliydi, işten tut, dedikoduya, erkeklere, kadınlara, cinselliğe, güzelliğe kadar dayandı. Bir şey itiraf etmek gerekirse, bir: yeni yerler görmek, iki: kız kıza sohbet, tadına doyulmuyor!


Eve geldiğimde zamanında aldığımız ama izlemeye fırsat bulamadığımız dvd'lere bir göz attım, bir Japon filmi dikkatimi çekti, önceki gün Japon ocakbaşısından sonra, şimdi de Japon filmi, Haruki Murakami'nin aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmış.

1967 Japonya'sında geçen öyküde bir aşk ilişkisi ön planda; o yılların Tokyo'su, öğrencilik ilişkileri, Vietnam Savaşı, kadın-erkek ilişkileri arka planda akıp gidiyor. Oldukça durağan giden bir film olsa da "sonunda ne olacak" hissi filmin kendisini izlettirmesini sağlıyor, dokunaklı sahneler, insan psikolojisini karmaşası, kadın-erkek ilişkilerinin kültür-yaş-mekan-zamanda gösterdiği farklılıklar insanı düşünmeye sevk ediyor. Sıkıldık holuvuttan diyenler buyurun capon sinemasına! Bu arada eminim kitabı çok daha sarsıcıdır, her uyarlamada olduğu gibi! Bu aralar sık sık karşıma çıkan Haruki Murakami'nin de bir kitabını okumak farz oldu, işaret üstüne işaret malum:)



Haftasonu okumayı bitirdiğim kitap ise Sevan Nişanyan'ın Aslanlı Yol ismini verdiği otobiyografisi.

Sabah 8.30, akşam 18.00 mesaisi, masa başından kalkmamacasına klavyeyle haşır neşir olmalar, ast-üst ilişkileri, bilgisayara bakmaktan kan oturmuş gözler derken geçen hafta enteresan bir şekilde işsel gerginlikler yaşayıp sinirlenip omuzum kaskatı kesilmişken ve akşamın dokuzunda işten çıkıp eve kendimi zor atmışken Mr. Balmy'nin de seyahatte olmasını fırsat bilerek yatağa girip uzun uzun okudum bu kitabı. O ruh halinde en son okunması gereken kitapmış!

Kafasına esince atlayıp istediği yere giden, Sri Lanka'da hapse düşen, karnı burnunda karısı ile tam Sovyetler'in dağılma döneminde arabasıyla Gürcistan üzerinden Moskova'ya geziye çıkmaya kalkan bir adam düşünün. Öyle şeyler anlatmış ki, hani Şener Şen'in palavracı bir karakteri vardır, "ava çıktım, ayıyı çakıyla öldürdüm; beş kişi saldırdılar, hepsi silahlıydı, ben silahsız onları alt ettim" filan diye. Bazen böylesi bir şeyi dinliyormuşum gibi "yok artık" dedim. Dil konusunda çok yetenekli, kafası başka çalışan bir adam Sevan Nişanyan... Ha ideolojik olarak kitabın bazı yerlerini okuyunca sinirlendim de ya da ne bileyim babalık, kocalık konusunda da "ee yok artık" dediğim yerler oldu. Her ne olursa olsun başka bir enerjisi, aurası olan ve sıradan insanların yaptığı şeyleri yapması beklenilmeyecek bir adam buldum karşımda.

Aziz Nesin'in vasiyeti olan matematik köyünün, Ali Nesin ile birlikte mimarlarından biriymiş, onu öğrendim, Şirince'de dokuyu, yapıyı bozmadan, farklı bir konseptle Nişanyan Evleri adında otelleri inşa etmiş, Türk bürokrasisinin hantallığıyla büyük mücadeleler yaşamış, kafasına esti mi kendisini dünyanın başka bir ucunda buluvermiş.

"Biz de kendimizi başka bir ülkeye gidip iki müzesini görüp şehir merkezinin en meşhur restoranında yemek yeyince dünyayı gezip görüyoruz zannediyoruz" diye sık sık düşündüm. Bizim gördüğümüz dünyaysa, onun gördüğü evren olur, öyle diyeyim.

Bu ülkenin meselelerinde zaman zaman kızarak, zaman zaman "maalesef haklı" diyerek, aklını, zekasını, vizyonunu takdir ederek, özel yaşamı konusunda, bir kadın olarak hınçlanarak ama en en en çok şaşırarak okudum.

Pazar günü, düğüne çağırmayı unuttuğum ve bu yüzden kendime çok kızdığım canım arkadaşım Caner'in Ankara'ya gelmesini fırsat bilerek kendisini yemeğe davet ettim. Erzincanlı olduğu için sık sık "kıtlama şekerim" muhabbeti yapardık birbirimize:) Yıllar sonra, yıllara rağmen iki insan arasında bağ kurulmuşsa ne olursa olsun bir şey değişmiyor, hayat alıp bizleri nereye bırakırsa bıraksın. Bazı haberler de aldım kendisinden, içimi rahatlattı ve aynı kangren durumla yine baş başa olduğum bir dönemde benim yoluma ışık da tutmuş oldu.

Haftaya yeni bir kararla ve belirsiz bir durumu ortadan kaldırmanın rahatlığıyla başladım.

Hadi hayırlısı!

*Filmin görseli moviedroneblog.blogspot.com adresinden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder