28 Mayıs 2015 Perşembe

Üç günlük "yaza merhaba" turu!

Yıl 2002.

Finaller bitmiş, yaz tatili gelmiş. Dünya Kupası maçları sürüyor, herkes kırmızı beyaz giyiniyor, ben 20’lik dişimi çektirmiş iki yanaklı gibi dolaşıyorum. Yaz okulunda üstten ders almışım, bir yandan derslere gidiyorum. Ve karaktersizin teki tarafından kalbim ve onurum feci şekilde kırılıyor. Depresyon belirtileri nedir, hayatımda ilk kez o zaman karşılaşıyorum. Yiyemez, uyuyamaz hale geliyorum. Derslere girecek, çalışacak hiç halim yok. 


Lise sıralarından beri canciğer bir kankam var: Ekin. Çok farklıyız aslında birbirimizden, zaman zaman çatışan, zaman zaman rekabet eden ama birbirimiz ile ilgili iyi niyetin hiçbir zaman şüphe götürmediği bir dostluğumuz var. Yakın oturuyoruz, üniversite tercihlerimizi aynı okulu kazanacak şekilde yapıyoruz ve gerçekten aynı okula giriyoruz. Ekin’in babası Kıbrıslı, baba tarafındaki tüm akrabaları Kıbrıs’ta ve Ekin o yaz, yazı geçirmek üzere Kıbrıs’a gidiyor. Ben de o ruh haliyle sürekli Ekin’e yazıyorum, o oldu, bu oldu, diye. “Gelsene” diyor. 



Dönüş tarihi açık bilet alıp soluğu onun yanında alıyorum. Girne’de amcasının boş kışlık evinde kalıyoruz, babası kalkıp işe gidiyor sabahları, akşamları dönüyor. Biz de canımız isterse denize giriyoruz, geziyoruz, alışveriş yapıyoruz. Amcasının iş için kullandığı kamyonet de bize tahsisli. Fuat Amca, Ekin ve ben o kamyonetin tepesinde bir yandan Kıbrıs’ın gezilip görülecek yerlerini karışlıyoruz, bir yandan amcaların, akrabaların evinde nefis Kıbrıs yemeklerinden tadıyoruz, kumarhanelerde çılgınlıklar yapıyoruz, konser, etkinlik, müze, tarihi yer ne varsa kaçırmıyoruz. Ekin de benim yaşadığım sürece girmeye başlıyor. Derin derin konuşuyoruz, çok gülüyoruz, çok ağlıyoruz, dolmuştan inip denize yürüdüğümüz boş ve uzun yolda yüksek sesle şarkı söylüyoruz. Birbirimizin ciğerine kadar anlar, bilir hale geliyoruz. Bir ayı geçkin süre oradakalıp Ankara’ya bomba gibi dönüyorum. Annem gidişimle dönüşüm arasındaki farkı görüp Ekin’e de, Fuat Amca’ya da hep dua ediyor. 


Şimdi görüşmesek, kötü ayrılsak da o zaman bana yaptıklarını, dostluğunu, arkadaşlığını hiç unutmuyorum, onun da, babasının da hakkını, emeğini ödeyemem, hep güzel anarım. Kanından, canından olmayan birinin kardeşinden öteye geçebileceğinin en güzel kanıtıdır benim için. 


Ve aradan geçen 13 yıldan sonra sezonun ilk ayağı suya sokmasını gerçekleştirmek üzere ben yine Kıbrıs’tayım. Bu sefer öyle lokal lezzetler, gülüp eğlendiğim kankam, kamyonet tepesinde geçen harika geziler yok. MrBalmy’mim, ultra her şey dahil bir otel, deniz, güneş ve ye, iç, yat tatili var.
Kış boyunca yoğunlaşan işler, uzun geceler, soğuk günlerin üzerine kısa bir tatil olarak değerlendirilecek 1 Mayıs ve 19 Mayıs’ın iki cumartesisi de çalışmak zorunda kalınca tatil için iyice kurtlanıp kısa sürede karar verip düşüyoruz yollara.


Tercihimiz Merit Park Hotel’den yana oluyor. Normalde her şey dahil konsepti hiç sevmesem de üç gecelik bu kaçamakta “ye, iç, yat” tatilinin amacına hizmet etmesi açısından özellikle seçiyoruz burayı. Gerçekten çok da memnun kalıyoruz. Bir kere her şey dahil otellerdeki yemek ve içki kalitesinin standardının düşük olması bir sorundur. Ama burada ne açık büfelerdeki yemeğinde, ne de alkolü bol kokteyllerinde öyle bir sıkıntı yok. Açık büfede kırmızı et, bol deniz ürünü ile karşılaşmak bir hayli keyif vericiydi. Sushi bile vardı, daha ne olsun. Ayrıca akşam yemeği saatleri haricinde 21 saat açık restoranında bile öyle güzel yemekler servis ediliyordu ki!

Varış saatimiz gece saatlerine denk gelince bu 21 saat açık restoranda yemek yedik. Izgara köfte, makarna, salata ile. Sonra havuz başında birkaç kadeh bir şeyler içip casinoyu şöyle bir turladık. Ardından uyumaya gittik. 


Deniz üzerinden odamıza dolan güneşle uyanıp kahvaltı sonrası minbüsle Girne’ye gittik. 13 yıl önce gezdiğim sokakları dolaşırken MrBalmy’e tam aaa ben bu mağazalardan birinden terlik almıştım, hala giyerim diye anlattığım sırada vitrinde aynı terliği gördüm! Hemen içeri dalıp heyecanla anlattım sahiplerine. Sonra aynı terliğin başka rengini alıp çıktım mağazadan, bir Kıbrıs ritüeli yaptım kendimce. Sonra sipariş verilen içkileri, uygun fiyata bulduğumuz Nike’ları alıp bir de bol pembeli bir valizi de kaptıktan sonra otele döndük. 




Hemen deniz kenarına inip güneşlendik bol bol, denize indik. Nefis kokteylleri peşi sıra yuvarladık. Esans basılmamış, alkolü bol, gerçekten iyi hazırlanmışlardı. Tüm gün deniz kenarında yayılıp kitap, gazete okuduk. 


Akşam yemeğinden sonra önce Anadolu Ateşi’nin gösterisini izledik otelde, ardından da Soner Olgun’un sahnesini. İkisi de gerçekten çok güzeldi ama Soner Olgun’u ben böyle bilmezdim. Muhteşem bir repertuar ve orkestrayla sabaha kadar sahnede, mola vermeden coşturdu da coşturdu. Şarkılara eşlik etmekten boğazım tahriş oldu! 



Sabah biraz hoşaf gibi uyandık. Pazar günümüz de deniz kenarı bol yeme, içme, kitap ve deniz arasında gelip geçti. Akşam casinoya uğradık, şansımız epey açıktı. 

Pazartesi sabahı uçaktan inip işe geldik. 

Kısacık da olsa, gerçekten dinlenmiş, yenilenmiş, kurtları dökmüş, iyi hissetmenin doruklarına varmış şekilde döndük. Bu da bizim yaza merhaba partimiz oldu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder