22 Mayıs 2013 Çarşamba

Sevdiğim erkeğin geyşası olurum derken bir daha düşünelim!

Lise son sınıf ile üniversitenin ilk yılının gönlümde bambaşka bir yeri vardır. Belki de hayattaki ilk büyük aşılması gereken engeli rahatlıkla aşmanın güzelliğidir bu. 18-19 yaşlarım beni ben yapan, ruhumda, aklımda, fikrimde büyük aşamalar kaydettiğim yıllardı bana göre. Bunun nedeni  belki de hayatımda en çok okuduğum dönemler olmasıdır.

Bilgisayar evlerimize yeni yeni girmiş, internetle tanışmışız ama ne büyük bir derya olduğu hakkında çok fikrimiz yok, internet sadece chat yapıp arkadaşlarımızla ücretsiz yazıştığımız bir mecradan ibaret o zamanlar. O yüzden de internetten kitap sipariş etmekten filan da haberimiz yok, kredi kartını sadece iş güç sahibi adamlar kullanıyor zaten.

Bu nedenlerle kitap alışverişleri babanın kefilliğinde üye olunan kitapçıların kendi hesabında taksit yapmasından ve bizim de her ay gidip kitapçıya o taksiti ödememizden ibaret. Çok fazla okuyunca da haftada birkaç kez kitapçının yolunu tutmak işten bile değil, öyle ki bir ara kitapçıda çalışan bir "abi"ye aşık olmuşluğum bile var!


İşte o dönemlerde "çok satanlar"da bir kitap duruyor, "Bir Geyşanın Anıları". Uzun zaman o kitapla bakıştım durdum. O zamanki aklım, fikrim ve "geyşa" kelimesi geçince insanların yüzünde oluşan imalı sırıtışlar nedeniyle kitabın sadece erotik anılardan ibaret olduğu hissine kapılmıştım. O yüzden elime bile alıp incelememiştim ama bir yandan merak etmiştim, nedir bu geyşaların hali diye.

Gel zaman git zaman bu kitabın filmi çekildi, aslında geyşaların bizim anladığımız anlamda kadınlar olmadığı vurgulandı, Uzak Doğu kültürüne semaptim arttı derken geçenlerde internetten kitap alışverişim sırasında ben bu kitabın indirime girdiğini görüp seneler öncesinin bir telafisini yapmak istedim.

Neyle karşılaşacağız derseniz, akıcı bir romanla, ilginç bir kültürle ve yaşamöyküsüyle karşılaşacaksınız derim. Yalnız göz önünde tutulması gereken bazı noktalar da yok değil. Öncelikle kitabın başında Amerika'da yaşayan ve gençliğinde Japonya'da geyşa olan bir kadının öyküsünü okuyacağımız vurgulanıyor ama kitabın sonundaki notta bu öykü kurmacadır yazıyor. Büyük ihtimalle kitapta öyküsü anlatılan kadının yazara öykünün kendisine ait olmadığı yönünde dava açmış olmasından kaynaklanıyor arkadaki not.

Geyşalık bizim anladığımız anlamda "fahişelik" gibi bir kurum değil. Geyşa kelimesinin kökü Japonca'daki sanat kelimesinin karşılığı olan "gei" den geliyor. Küçük yaşlarda geyşa yetiştirilen okiya adındaki evlere verilen kızlar buradaki hizmetçilik yaparak işe başlıyorlar. Potansiyel görülenler okullara gönderilerek yetiştiriliyorlar. Müzikte, dansta uzmanlaşıyorlar, bilgili ve kültürlüler, sonsuz bir saygıyla hizmet etmek amacındalar.

Yolları çok uzun ve meşakkatli. 13-14 yaşlarında bekaretleri açık artırmayla satılıyor, bir erkek onların "danna"sı olmak isterse metres hayatı yaşıyorlar ve bunların neredeyse tamamına kendileri karar veremiyorlar, kazandıkları paranın da sadece belli bir kısmı kendilerine kalıyor.

Arthur Golden'in Bir Geyşanın Anıları kitabında Sayuri isimli geyşanın geçtiği bu yolları okuyoruz. Araya İkinci Dünya Savaşı giriyor. Savaş esnasında çekilen zorluklar ve sonrasında yaşananları da izleyebiliyoruz.

Ahlaki değerlerin, "doğru"ların zamana, mekana göre nasıl değiştiğini görüp şaşırıyoruz. Şimdi bir çocuğa tecavüz ne kadar iğrenç geliyorsa kulağımıza, o zaman bir çocuğun bekaretinin satılması toplumda saygı duyulan bir mertebeye ulaşmasına neden oluyor. Kadın haklarından filan bahsetmekse olası bile değil!

Kitapla ilgili bir eleştirim de kitabın bir Amerikalının gözünden yazılmış olmasından kaynaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya'yı işgal eden Amerikalılar için "çok iyilerdi, bize hiç zarar vermediler" gibi bir ifade var. Yeryüzünde savaşı -haklı ya da haksız- yaşamanıza neden olan bir topluluğa bunu söyleyebilecek tek bir insan tanımıyorum! Neticede mevcut düzeninizi bozan, sevdiklerinizi öldüren, hastalandıran, sakat bırakan, açlık, yoksulluk çekmenize neden olan savaşın müsebbibi olanlara bu kadar dostça yaklaşmak... Peh diyorum!

Ben isterdim ki bu kitabı bir geyşa, olmadı bir geyşanın çocuğu/torunu yazmış olsun, o da olmadı bir Japon'un kaleminden kurgu bir hikaye olarak çıksın. Çünkü kitapta okuduğum bazı şeylerin sırf "bu insanlara ilginç gelir, bunu öyle değil de böyle yazayım" fikriyle yazıldığı hissine çok kapıldım.

Yine de ucundan kıyısından bu kültürü yakalamak için rahat okunan bir kitap isterseniz buyurun derim.

"Kişiliklerimizde su bulunan bizler, akacağımız yeri kendimiz seçmeyiz. Yapabileceğimiz tek şey, hayatımızın manzarasının bizi götürdüğü yere akmaktır." (s.161)

"Asla savaştığım adamı yenmeye çalışmam. Onun güvenini yenmeye çalışırım. Şüphenin bulaştığı zihin zafere odaklanamaz. İki adam eşittir -gerçek eşit- ama ancak eşit güvenleri olursa." (s.418)

"Felaketler şiddetli bir rüzgar gibidir. Yalnızca bizi gideceğimiz yerden alıkoymasını kastetmiyorum. Aynı zamanda bizden koparılamayacak olanlar dışında her şeyi yırtar alır, bu yüzden sonrasında kendimizi gerçekten olduğumuz gibi görürüz, olmak isteyeceğimiz gibi değil." (s.449)

"... yalnızca orada olmayana odaklanmanın tehlikelerini anlamıştım. Ya hayatımın sonuna gelsem ve her günümü hiç gelmeyecek olan bir adamı bekleyerek geçirdiğimi fark etsem ne olacaktı? Hayatım elimden kayıp giderken bile başkandan başka hiçbir şey düşünmediğim için yediğim şeylerin tadına gerçekten varamadığımı ya da bulunduğum yerleri gerçekten görmediğimi fark etmek ne dayanılmaz bir acı olurdu. Ama eğer düşüncelerimi ondan çekersen nasıl bir hayatım olurdu? Hiç yapmayacağı bir gösteri için çocukluğundan beri hazırlanan bir dansçı gibi olurdum o zaman." (s.450)

"...eğer yapığın şey için seni affedemiyorsa, senin kaderin olmadığı kesindi..." (s.541)

*Üç maymunlu geyşa görseli http://freevintagedigistamps.blogspot.com'dan, diğer geyşa görseli weburbanist.com'dan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder