Alfonso Signori'nin Marilyn Monroe'nun hayatını anlattığı kitabı "Marilyn Aşk... Ölene Dek" bu döneme denk geldiğinden midir nedir, yoksa öyküdeki bazı sıkıntılardan mıdır bilinmez biraz fazla süründü elimde.
Marilyn Monroe 36 yıllık kısa yaşantısına rağmen bir idol olmuş, dünya starlığını kanıtlamış bir isim. Bu idolün arka planında neler var derseniz, çok kırılgan,tüm amacı çocukluğunda yaşadığı sevgisizliğin rövanşını almak istercesine sadece sevilmek, her zaman, her yerde gözbebeği olmak olan, içindeki küçücük ve pırıl pırıl Norma Jean'i bir türlü büyütemeyen bir seks sembolü.
Fotoğraflarına bakıldığında güzelliğinin nefes kesici olduğunu görmemek imkansız ama yaşamını okurken hakikaten o sevgi eksikliğiyle bir insanın kendi kendini nasıl mahvettiğini görüp kızmamak da elde değil. Bir yanda herkesin sevgilisi olmak istiyor, bir yanda bunun tam zıddı şekilde en büyük aşkı yaşamak istiyor. Hep ikisinden birini diğerine kurban ediyor. En büyük kurban da hep hep hep kendisi oluyor.
John F. Kennedy ile aşkı ise hakikaten sarsıcı ancak bu, yalnız, çaresiz bir şekilde ölmesine engel olmuyor.
Yaşadığı acılar, altyapısındaki arızalar efsane olmasının temeli olmuş bir yerde. Bu kitabı okurken sık sık düşündüm: Sıradan bir kadın olup daha mutlu olmayı mı isterdi, yoksa yaşadığı büyük acılara rağmen efsane olmuş Marilyn Monroe olmayı mı? İçinden çıkamadım.
Okuduğumuz kahraman ve hikayesi ne kadar çarpıcı olursa olsun romanın anlatımını çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Sanki wikipediadan ansiklopedik bilgiler cümle cümle alınıp her bölüm o cümleler üzerinden oluşturulmuş, altı da birkaç sayfa doldurulmuş gibi. Bölüm geçişleri neredeyse birbiriyle ilgisiz, hani akıp giden bir yaşam öyküsünü değil de hikayeler şeklinde Marilyn Monroe ile ilgili anıları okuyorum gibi geldi. Kişi adları zaman zaman birbirine karıştı, mekan uyumlaması havada kaldı.
Derdim edebi bir metin okumak değil, bu sarışın efsaneyi biraz daha yakından tanımak denirse okunabilir ama sadece hikaye okumak değil, güzel anlatılmış bir hikaye okumak hepimizin tercih edeceği bir şeydir diye düşünüyorum.
"Ben tüm insanlığa ve dünyaya aidim, yetenekli ya da güzel olduğumdan değil; hayatım boyunca hiçbir şeye ya da hiç kimseye ait olmadığımdan."
"Bu makyajın ve gülümsenin altında dünya için iyi şeyler dileyen minicik bir kız var."
Pazar günü baharın tadını çıkaracak kadar güzel bir günken biletleri çok önceden aldığımız için Devlet Tiyatrolarında "Ben Ödüyorum" adlı oyuna gittik.
Aldatılan bir erkek ne yapar? Aşkı, dostluğu ve sevgiyi satın almaya çalışır! İşte kahramanımız da bu sevgiyi hissetmek için bir oyun kurguluyor ve oyunculardan para karşılığında karısı, kızı ve dostu olmalarını istiyor. Komedi, müzik, dans, tiyatro... Ne ararsan bu oyunda var. Bir yandan da düşündürücü sahnelerle dolu. Sonunda ise ilginç bir sürpriz var. Özellikle son sahneler içindeki tango sahnesi ve çalan şarkı muhteşemdi! Başrol oyuncusu Olcay Kavuzlu'nun karizmasının önünde ise bir kez daha saygıyla eğilmek gerek. Yaz geliyor, günler uzun ve güneşli. Merkürün gerilemediği, dolunayın kansız geçtiği (!) huzur ve sükunet dolu günler diliyorum.
*MM fotoğrafı theberry.com sitesinden, tiyatronun ilk görseli haberler.com sitesinden, afiş devtiyatro.gov.tr adresinden, başlığım ilgili kitaptan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder