21 Şubat 2016 Pazar

Beynin muhteşem hikayesi: Incognito


İradenizle yaptığınızı düşündüğünüz şeyleri, aslında iradeniz dışında yaptığınızı öğrenseniz ne olur? Şaşırır mısınız? İnkar mı edersiniz?

Ya bilim böyle diyorsa? Yıllardır süren araştırmaların geldiği nokta buysa? Siz her şeyi kendi iradenizle yaptığınızı düşünürken aslında beynin bunu sizin bilincinizden bağımsız gerçekleştirdiğini öğrenirseniz, ne olur?

Ben şaşırdım, inanamadım.

Kafamızın içinde taşıdığımız 1,5 kiloluk o kıvrımlı organın nasıl mucizevi bir şey olduğunu görüp hayranlık duyarken dehşete de düştüm.

Tüm bunların hepsini Nörobilimci David Eagleman’in kitabı Incognito’dan öğrendim. “Beynin Gizli Hayatı” alt başlığıyla piyasada bulunan bu kitabın başında ve sonunda yer alan iki cümle olayın küçük birer hapı gibi:

İnanılmaz bir hikayedir bizimkisi. Bildiğimiz kadarıyla, gezegende kendi programlama dilini çözme oyununa bodoslama dalacak kadar karmaşık tek sistemi oluşturuyoruz.” (s.2)

Eğer beyinlerimiz, anlaşılabilecek kadar basit olsaydı, bizler onu anlayacak kadar akıllı olmazdık.” (s.229)

Kitap öncelikle her sabah uyanan bilinçli “ben” ile bilinçsiz “ben”in ne kadarının biz olduğunu anlatmakla başlıyor. Rüyalar gören, varsayımlar yapan bilinçsiz yanımızın yanı sıra bazı eksik yazıları kendiliğinden tamamlayan beynin çalışma mekanizmasından söz ediliyor.

Beyin, zaman ve kaynaktan tasarruf sağlayan varsayımlarda bulunarak, dünyayı yalnızca ihtiyacı olduğu kadarıyla görmeye çalışır.” (s.55)

Bir şeyi çok tekrar etmenin beynin o işi yapmasında mükemmelleşmesine neden olduğu vurgulanırken “Genelde beyninizin en iyi yaptığı şey, en az farkına vardığımız şeydir.”(s.88) denilerek otomatik hale gelen davranışların (örneğin teniste servis karşılama gibi) beyin tarafından düşünülmeden kusursuzca yapıldığı anlatılmış.

Öte yandan herhangi bir duyusu eksik insanların beyninin o duygunun eksikliğini hiç yaşamadan, asla hissetmeden ona göre bir hayat adapte ettiğini okuyoruz. Gerçekliğin öznel bir karakter taşıdığını söyleyen kitapta “Gerçeklik beyin tarafından pasif biçimde kaydedilmek yerine, aktif biçimde beyin tarafından inşa edilir.” (s.83) diyor.

Dünyayı algılayışımıza benzer biçimde, zihinsel yaşamınız da ancak belirli bir alanı kapsayacak, geri kalandan da dışlanacak biçimde kurulmuştur. Bazı düşünceler vardır ki, onları düşünemezsiniz.” (s.83)

Beyniniz üçkağıtçıları sezmek gibi toplumsal problemleri çözebilecek, ama genelde akıllı ve matıklı davranmayı gerektirmeyecek biçimde evrimleşmiştir.” (s.87)

Beynimizin %30’unu görmek için kullandığımızı hayretler içinde okurken, görme işinin aslında ne kadar karmaşık olduğunu fark ettiriyor ya da şehvet devrelerimizin sadece kendi cinsimizden birine karşı uyanışa geçtiğini, pekala çıplak bir kurbağadan bile etkilenebilecekken bu basit görünen karmaşık içgüdünün beyinde vuku buluşunu anlatıyor. Aynı zamanda belli şeyleri güzel bulup beğenmemizin altında yatan fikrin “biçimin işlevi yansıttığı”na vurgu yapılıyor. Hatta bu mantıktan yola çıkarak bebekleri sevimli bulmamızın bile onların sevimliliğinden değil, bakıma muhtaç olduğu algısının beyinde yaratılmış olmasından kaynaklandığı açıklanıyor, böylece bakıma muhtaç olan bebeğin o zorlu bakım sürecinde bırakılması içgüdüsel olarak engellenmiş oluyor.

Kolay işler, güçtür aslında: Kanıksama sonucu doğal saydığımız şeylerin çoğu, sinirsel açıdan karmaşıktır.” (s.90)

Sonuçta, kendi içgüdülerimizden oluşan bir unwelt içinde yaşar ama onlarla ilgili pek az şey algılarız; bir balık, içinde yüzdüğü suyu ne kadar algılayabiliyorsa o kadar.” (s.91)

Psikologlar, bir şey okurken bir yandan da bir kalemi dişlerinizin arasında tutarsanız, okuduğunuz şeyi daha komik bulduğunuzu keşfetmişlerdir. Bunun nedeni, beynin yorumunun yüzünüzdeki gülümsemeden etkilenmesidir. Kambur durmak yerine dik oturursanız, kendinizi daha mutlu hissedersiniz. Beyniniz, ağız ve omurganızın yaptığı bu hareketlerin sizin neşenizden kaynaklandığını varsayar.” (s.137)

Sır tutmanın zorluğunun ise beyinde biten bir açıklamasını yapıyor:

Sır, beyinde rekabete tutuşmuş taraflar arasındaki mücadelenin ürünüdür. Beynin bir bölümü, bir durumu açığa vurmak isterken diğeri istemez. Beyinde rakip tarafların oylarının birbirine karşılık gelmesi, sırrı tanımlar. İki taraf da sırrı söylememekten yanaysa elimizde yalnızca sıkıcı bir gerçek, iki taraf da sırrı söylemekten yanaysa da yalnızca iyi bir öykü var demektir. Rekabetin çizdiği çerçeve olmadan, sırrı tanımlamamız da mümkün olmayacaktır. Sır deneyiminin bilinçli olarak yaşanmasının nedeni, rekabetten kaynaklanmasıdır.” (s.148)

Pek çok davranışımızın, suça bulaşmamızın temelinde ise kendimizin değil mikroskobik tarihimizin yattığını, yani genetik etkiyi vurguluyor. Burada da Y kromozomu taşıyanların (yani erkeklerin) şiddet suçuna 828 kat daha fazla meyilli olduğu araştırmayı ortaya koyuyor. Öte yandan genetik açıdan suçlu koduyla gelen bir kişinin iyi bir aile ortamında hiç suça bulaşmadığının kanıtı araştırmaları da sunuyor.

Benim dikkatimi çeken konular bunlardı ama eminim çok daha fazlası da vardır. Onun için de bu aydınlanma yaşatan, içinde bulunduğumuz “unwelt”i biraz olsun anlamamızı sağlayan bu kitabı okumak gerek.

Şaşırmaya hazır olun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder