1 Şubat 2014 Cumartesi

Anlatmak acıyı gidermiyor, ama uyuşturuyor

Son zamanlarda yanlış kitap seçimlerimden olsa gerek bir okuyamama hali peyda olmuştu. Peş peşe üç kitabı yarım bıraktım, aylarca elim gitmedi üçüne de. Artık okuyasım mı yok yoksa kitaplar mı yanlış bilemedim bir süre.


D&R’dan yeni bir sipariş daha vermeye karar verdim. Siparişe de okurken akıp gideceğini düşündüğüm kitapları koydum.


Bunlardan biri benim “ne yazsa okurum” listemde yer alan Ayfer Tunç’un yepyeni kitabı Dünya Ağrısı idi.
Ayfer Tunç kitaplarında kitabın sonuna gelmek bana bir şey ifade etmiyor, kitabı okuma süreci, anlatılanların anlatılış biçimi öylesine güzel ki, sona gelmek bende sadece tatminsizlik yaratıyor.

Son derece hüzünlü, “dünya ağrısı” çeken iki kahramanımız var. Uzun süre “asıl mesele”yi konuşmadan ama birbirlerine benzediklerini hissederek yarenlik ediyorlar. Arka planda bu ülkenin gerçekleri dönüp duruyor, kadın cinayetleri, töre, kitlesel galeyanla suçluya haddini bildirme merakı, ayırımcılık, katliamlar… Bunların önüne ise merak hissi yerleşiyor, “ne olmuş olabilir” diye merakla okunan bir kitap. Detaya inmek kitabın hazzının önüne geçer. O yüzden fazla bahsetmemeyim ama bir parantez açarsam, son günlerde ayrı ayrı pek çok ortamda sık sık dillendirdiğim bir şey kitapta yine karşıma çıktı: Anlatmak… Başına geleni, derdini, sıkıntısını, acısını paylaşmayan, içinde yaşayan, ayıpmışçasına saklayan insanlarla karşılaşıyorum sık sık ve habire ortada ayıp olmadığını, en azından herkese değilse de güvenilir bir-iki insana sıkıntını anlatmak gerektiğini söyleyip duruyorum. Kitapta da gidip buldum bunu: Anlat… Acın geçmese de uyuşur, belki anlamsızlaşır, hafifler…

Sürükleyici bir roman isterseniz, buyurun…


Kitapta altı çizilenler:

Hikayeler insanı kendi kuyusundan çıkarır, başkalarının kuyularına atar.
Başkalarının kuyuları daha mı iyi?
İyi diye bir şey yok. Ama insan kendi hikayesini bilir, kendi hikayesinden sıkılır.” (s.12)

Güzel şeyleri de unutmak istiyor. Güzel şeyleri hatırlamanın ertesi günü mahveden, yıkıcı bir tarafı var.” (s.12)

Anlatabilmek için anlatılacakların olgunlaşmasını beklemek lazım. Bir acıyı zamansızca anlatmak dokusunu bozar, beklemek lazım.” (s.71)

Suç böyle bir şey diye düşündü, asla kendisiyle sınırlı kalmaz, geçmişi de ortaya döker, yeniden yazar, kuyruğuna başka şeyler takılır, devasa bir günah haline gelir.” (s.92)

Ama insan, hayatın bir yerinde iyi kötü bir bütün olmak istiyordu, kırık dökük de olsa bir bütün ya da ona yakın bir şey. İnsan bu yüzden hatırlıyordu her şeyi, zamanı gelince istemese de parçaları bir araya getiriyordu. Ama zaman içinde pek çoklarının ruhu taşlaşmış oluyordu, çoğunluk aynada kendine baktığında gördüğü sahte bütünden hoşnut kalıyordu.” (s.124)

İntihar insanın elindeki büyük fikirlerden biridir.” (s. 228)

Hayatın bir anlamı yoktur ama yaşamak hayata bir anlam verme uğraşıdır.” (s. 248)

Gerçeğin kuyusu bir cehennem. Ömrümüz gerçeğin kuyusuna inmemek için mücadele etmekle geçiyor. Sen bu yüzden kendini başkalarının kuyusuna atıyorsun, ben bu yüzden başımı alıp gidiyorum. Kendi kuyumuza inip kendimizi tanımak istemiyoruz. Biliyoruz çünkü ne kadar aciz, zavallı, korkak, tiksindirici olduğumuzu. Ama bilmek istemiyoruz.” (s.281)

Bir an gelir, en yakınındaki kişinin aslında hiç tanımadığın bir yabancı olduğunu anlarsın. Çünkü yakın diye bir şey yok. Yakınlık ya da her ne ise insanları bir arada tutan şey, kelimelerle, hareketlerle, öğrenilmiş duygularla imal edilmiş, zayıf bir bağ, hiç beklenmedik bir anda kopuyor. Normal insanlar bu kopuşları anlamazdan geliyor, yabancılığı kabul ediyor, ufak tefek tadilatlar yapıyor, böylece hayat devam ediyor.” (s.293)

İnsan öyle filmlerdeki gibi dersini alıp değişmiyor, kafaya darbe yiyip aklı başına gelmiyor. İnsan hamurundaki mayayı değiştiremiyor, hamur bir parça sakinleşiyor sadece, o kadar, belki de yaşlandığın içindir.” (s.322)

*Görseller internetten alıntıdır, maalesef kaynaklarına ulaşamadım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder