12 Temmuz 2012 Perşembe

Beynin Gücü, Olumlama ve Çocukluğumdan Bir Kahraman



İlkokul dördüncü sınıfa geçince ev-semt ve okul değiştirmek zorunda kalmıştım. Yeni taşındığımız yer, eskisinden çok daha iyi bir muhitte, üstelik arkadaşlık açısından da daha zengin bir yerdi. İşte orada benim çok sevdiğim bir arkadaşım olmuştu: Nazlı. Yüreği iyilik dolu, o zaman sevgi kelebeği sözünü bilsem, tam öyle bir kızdı. Hayvanları, insanları sever, bir böceğe bile kıyamazdı. Benden de bir-iki yaş küçüktü sanırım. Nazlı'nın bir de çok çalışan bir annesi vardı: Yıldız teyze. Aynı anda dört iş yapıyor diye anlatırdı Nazlı, hakikaten yurt dışına gider gelir, gecesini gündüzüne katardı. Bir diş hekimi profesörüydü. Öyle sevgi dolu bir kadındı ki, çocukluğumun hayalleri içinde ben onu hep insana iyi gelenlerden saymıştım, o sıcaklığı, sakinliği o zamandan hissetmiştim. Gittiği gezilerde Nazlı'ya ne alırsa, bize de aynılarından alırdı. Böylesi içi sevgi dolu bir insandı, kızının arkadaşlarını kendi kızından ayırmaz, ona biraz daha iyisini almazdı. Sonra Nazlılar taşındı, biz de koptuk gittik.
Çocukluk insanın içinde bir özlem. Hep aklımıza gelir ya "acaba o şimdi ne yapıyor" diye düşünürüz, belki ilkokul öğretmenimizi, ilk aşkımızı, nefret ettiğimiz birini, sevdiğimiz bir arkadaşımızı. Şimdi facebook, google, twitter bu sorulara çok çabuk yanıtlar buluyor. İşte ben yıllar önce facebooktan Nazlı'yı buldum, birbirimize hatırladığımız komikliklerimizi anlattık. Sonra Yıldız teyzeyi merak ettim. Google araştırmalarım sonucunda ona da ulaştım.
Prof. Yıldız Batırbaygil olarak çıktı karşıma ve tam da benim Yıldız teyzeme yaraşır bir misyonla! Yıldız teyze pozitif düşünme, olumlama, kötü enerjiden arınma ile ilgili şahane yazılar yazıyor.
Bu evrene mesaj gönderme hadisesiyle kafayı bozmuş sayılmasam da bazı şeylerin doğruluğuna kesinlikle inanıyorum ve gündelik hayatımda bunlara dikkat ediyorum. Özellikle içinden çıkılmaz bir hale düştüğümde bu konularla ilgili bir şeylerle meşgul olmak bana motivasyon katıyor. Özellikle o yüksek enerjisini daha çocukken hissettiğim bir insanın kaleminden çıkanlar hayata çok daha kolay entegre ediliyor, inandırıcılığı yüksek oluyor.
Ben buradaYıldız teyzenin yazılarından etkilendiğim, aklımda kalanları paylaşmak istedim. Bu işin uzmanı filan değilim ama şöyle kabaca üstünden geçebilirim sanırım.
Öncelikle beynimiz bizim sandığımızdan çok daha güçlü, etkin. Ağzımızdan çıkan cümlelere, aklımızdan geçen düşüncelere çok dikkat etmeliyiz. Çünkü tabir-i caizse biz kelimelerimiz ve düşüncelerimizle yaşantımıza bazı şeyleri "çağırıyoruz". "Şanssızım" dedikçe şansımızı kaçırıyoruz, "mutsuzum" dedikçe mutsuzluğu hayatımıza çağırıyoruz. Dedikleri gibi "kelimelerinize dikkat edin, kaderiniz olabilirler". Hatta işin bir ileri boyutu olarak duyduklarınıza, dinlediklerinize de dikkat edin, kahırlı, acılı sözleri olan, arabesk şarkılar dinleyen insanların daha bedbaht bir hayatı yok mu?
Bir diğer konu ve benim de artık önemle dikkat ettiğim şeylerden biri, karşımdaki insandan bir şeyi isterken olumsuzla değil, olumluyla istemek. Bunu da bir kişisel gelişim konferansında dinlemiştim, beyin bizden ayrı çalışıyor, sadece olumluya motivasyonlu bir organ. Siz "yapma" dediğinizde beyin yalnızca "yap"ı algılayıp sondaki "-ma"yı yok sayıyormuş. Bu nedenle çocuklara "koşma" dedikçe, daha da çok koşuyorlar!
Bir de bizim kocakarı gelenekleri dediğimiz Türk örfleri aslında bilimsel şeylerle açıklanıyor. Örneğin, sarı rengin negatif enerjiyi içine almadığı kanıtlanmış. Bizde de çocuklara sarı renk giydirilsin ki, sarılık olmasın denirmiş. Mavi renginin ise ortamdaki negatif enerjiyi çektiği, bu nedenle nazar boncuğu kullanıldığı söyleniyor. Ayrıca insanların kıskançlık ve hasetle bakışlarının müthiş bir negatif enerji ortaya çıkardığı bilimsel olarak kanıtlanmış, bizim nazar dediğimiz şeyin anlamı da bu. Üzerimizde o nazar boncuğunu taşıyarak kem bakışların negatif etkisini boncuğun üzerine çekiyoruz.
Nazar ile ilgili olarak annemin başına gelen bir olayı anlatıp bu yazıyı noktalamak ve geri kalanları bir başka yazıda paylaşmak istiyorum.
Annem ablama hamile kaldığında 45-50 kilo civarındaymış ve ablam 6 kiloya yakın doğmuş. Doğduğunda 3 aylık bebek gibiymiş, annemin doğumu çok zor olmuş, neredeyse ölümden dönmüş ve çok bitkinmiş. Doğumdan sonra annemi 5-6 kişilik bir odaya almışlar, anneannem annemin göğsüne büyük bir nazar boncuğu takmış. Emzirmesi için ablamı annemin yanına getirmişler, annem emzirmeyi bitirip ablamı hemşireye verdikten sonra birden göğsündeki nazar boncuğu patlayıp yüzlerce parça halinde odanın içine dağılmış.
Annem odadaki kadınlara tek tek bakmış, birkaçı odada yokmuş, bir-ikisi uyuyormuş, uyanık olan tek kadına: "Doğru söyle içinden ne geçirdin, ancak senden kaynaklanmış olabilir bu, sen bir şey geçirdin içinden, ondan oldu", demiş. Kadın da anneme "ya haklısın kusura bakma, şu kadının haline bak, bir de doğurduğu çocuğa bak demiştim", demiş. Boncuk olmasa belki sütü bile kesilebilirdi annemin.
Beynimiz bizden güçlü bunu hep aklımızda tutalım.
Daha yazılacak birkaç şeyim daha var onlar da bir sonraki yazıya.
*Fotoğraf Eren Keçeci'nin sitesinden alınmıştır. Birebir alıntı yapılmasa da Prof.Dr. Yıldız Batırbaygil yazılarından esinlenilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder