27 Nisan 2014 Pazar

Yeni bağımlılığımız: Sosyal Medya!

Sabah gözümü açar açmaz elime telefonu alıyorum, ben uyurken neler oldu diye kurcalamaya başlıyorum.

İşe geliyorum, çalışma aralarında telefonumu kurcalıyorum.

Bir yerlerde bir şeyleri beklerken telefonla oyalanıyorum. Şarjım yeterliyse beklemek hiç sorun değil.

Eve geliyorum, uyku öncesi neler olup bitmiş telefonu kurcalıyorum.

Dahası bir haftadan fazla süre görüşmediğimizde birbirimizi özlediğimiz arkadaş grubumuzla bir araya geldiğimizde kafaları telefona gömmüş buluyoruz bazen kendimizi.


Hepimizin bir oyuncağı var güzel, muhteşem. Ancak o sanal dünyanın rüzgarına kapılıp “gerçek” olan hayattan, güzelliklerden mahrum kalmak neden? Sosyal medyada paylaşmak için geziyor, yiyor, içiyor gibi hissediyorum kendimi bazen. Son zamanlarda gezmeye gittiğim yerlerde fotoğraf çektirmeyi/çekmeyi bile canım istemez oldu sırf bu yüzden. O en güzel kareyi yakalamak için zaman kaybediyoruz, hatta bazen strese bile giriyoruz. Bu arada anın tadını çıkarmak gibi muhteşem bir zevki çöpe attığımızı fark etmiyoruz bile, her şeyi karelenip paylaşılacak fotoğraflar olarak görüyoruz. Elimizin altında, her şeye bu kadar kolay ulaşınca ilgi alanlarımıza, dolayısıyla kendimize emek harcamaya sabrımız kalmıyor, insanı git gide daha yüzeysel, her şeyden haberdar ama hiçbir şeyden de habersiz yapıyor bu illet.


Hafta sonu sevdiğim bir arkadaşımla tam da bundan konuşmuştuk. “İnsanı mutsuz ediyor bu” dedi. “Evde en leş halinle, pijamalarınla otururken bir başkasının en bakımlı, en güzel halinin fotoğrafını görüyorsun ya da evde televizyon karşısında pinekleyip sıkıntıdan patlarken birilerinin bir yerlere gidip gezip eğlendiğini görüyorsun, kendini bomboş, hayatı kaçırır hissediyorsun” dedi. Çok doğru bir tespit değil mi? Benim böyle hissettiğim çok oldu, sosyal medya takipçisi herkesin de başına gelmiştir. Sanki insanlar günün 24 saati o profildeki gibi yaşıyorlar gibi bir algı oluşuyor. Benim de sosyal medyanın ilişkileri de bozduğu konusunda bir tezim var. Biriyle bir şey yapıyorsun, diğeri buna bozuluyor, afra tafra yapıyor, ilişkiyi kopma noktasına getiriyor, ihanete uğramış muamelesi yapıyor ya da ona zaman ayırmadığında paylaştığın bir şeyden seni vuruyor.


Bir de şunlar var mesela: Geziyorsun, yiyorsun, içiyorsun bunları da paylaşıyorsun. Eleştirmiyorum, ben de yapıyorum, seviyorum bu durumu ama bir başkası senin bu haline uzaktan hasetle, gıptayla ya da aklına gelmeyecek binbir türlü hissiyatla yaklaşıyor. Sen gittiğin bir yerin fotoğrafını paylaşıyorsun, altında hiçbir beğenme, hiçbir yorum yapmıyor, sonra seninle karşılaştığında kinayeli kinayeli “gezmeye gitmişsinnn, hayat sana güzel maşallahhhh” diye aklınca lafı sokuyor.


“Sosyal medya çok zararlı bir şey” konulu bu yazıda nereye geleceksin derseniz, tıpkı sağlıklı beslenme gibi son zamanların trendi bir meseleden bahsetmek geldi içimden: “sosyal medya detoxu”. Daha çok kitap, daha çok müzik, daha çok film, daha çok sosyal aktivite, “gerçek” olana daha dikkatli bakmak, görmek, hissetmek gibi hayatı daha “aktif” yaşamak in, hayatı sadece seyirci konumunda geçirdiğimiz, üretmediğimiz sosyal medyada ya da televizyon karşısında vakit geçirmek out!


Bu nedenle ben de bugünden itibaren bir sosyal medya detoxuna girmeye karar verdim. Telefonu kendimden mümkün mertebe uzakta tutarak, en azından kısa bir zaman diliminde sosyal medyada dolaşıp televizyonu olur olmaz açmayarak başlamak istiyorum. Filmler izlemek, oyunları takip etmek, okumak, meditasyon gibi ruhuma yönelmek, hiç olmadı kendimi sokağa atıp dışarıda akıp giden hayatı daha çok görmek, hissetmek, buna kafa yormak istiyorum. Yılbaşı dilekleri, pazartesi başlanan diyetler gibi değil, sahiden istiyorum, en azından kendimi ne kadar tutabiliyorum görmek için. Sosyal medyada paylaşma olgusu olmadığından gerçekten neden keyif alıyorum iyice anlamak için. Hadi bakalım yolum açık olsun!

*Görseller çeşitli internet sitelerinden alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder