Yorgun ama daha gezilecek çok yerimiz var diye sabah
erkenden düşüyoruz yollara, tramvay istasyonundaki kıza soruyorum: “Nou Camp
için hangi durakta inelim?” Çok ilgili, sempatik… Sohbet ediyoruz bir süre,
tren geliyor.
Barcelona yazılarının olmazsa olmazı, dünyaca ünlü futbol
takımı FC Barcelona’nın dillere destan stadı ve müzesi NouCamp. Tatile Mr.
Balmy ile çıkmışız, öyle çok futbol delisi bir adam olmasa da yine de
ilgilenir, üstelik her yerde “futbolla hiç ilgisi olmayan biri bile gidip
görmeli” yazıyor, belki kız kıza gitsem, görmek istesem de önceliği başka
şeylere alabilirdim ama şimdi bir görelim diyorum.
Müzesine giriş için 23 euro veriyoruz. Gerçekten çok
etkileyici. Kupalar, futbol topları, fotoğraflar muhteşem bir müzikle sergileniyor,
Dünya kupası maçlarının bazı görüntüleri barkovizyonda dönüp duruyor ki benim
bile tüylerim ayağa kalktı. Soyunma odaları, basın toplantılarının yapıldığı salon, futbolcuların sahaya çıktıkları yer, stadyum, saha derken maçların anlatıldığı o en tepedeki
yeri bile gezip gördük. Mr. Balmy çocuklar gibi şen “Messi, Messi” diye bir
sağa, bir sola koşup durdu, heyecandan gözleri parladı. Ardından bu futbol
takımının storeundan kendimize bir şeyler alalım dedik, yok yok! Barça isminde
cipslerini, şampanyalarını bile yapmışlar. Mr. Balmy’e bir adet termoslu matara
aldık, hediyelik birkaç anahtarlık, magnet… Ardından bu futbol cennetinden bir
mimari cenneti olan Park Güell’e geçtik.
Barcelona mimarisiyle de insanı etkileyen bir şehir,mimar Gaudi’nin
eseri Park Güell de bir parktan çok daha fazlası. Muhteşem bir Barcelona
manzarası, banklar bile son derece ergonomik, masallardan fırlamış gibi her
yer! Ancak son derece kalabalık ve sıcak da eklenince üzerine bu kez Gaudi’nin
bir başka eseri Sagra da Famillia’yı görelim bari diyoruz. Metro istasyonuna
gidene kadar yemek yiyip bir şeyler içip bir sürü de hediyelik eşya aldıktan
sonra Sagra da Famillia’ya ulaşıyoruz. Hep çok heybetli bir şeyle karşılaşıp
etkileneceğimi düşünürken sonra derece sönük geliyor bana. Önünde de içine
girmek için upuzun bir kuyruk var. Araştırmalarımızda özel bir sanat tarihi
merakınız yoksa içlerine girmeye gerek yok diyordu, biz de karşısından bakmakla
yetindik.
Barcelona deyince bir şey söylemeden geçemeyeceğim, bu şehir
her şeyiyle bir pazarlama dehasının ürünü… Futbol takımından, mimarisine,
geleneksel dansından, içkisine, yemeğine, hatta Sagra da Famillia denilen
devasa kilisesine kadar! Çünkü bu kilise “Bitmeyen Kilise” olarak lanse
ediliyor ve bitmemesi birtakım gizemli hikâyelerle ballandıra ballandıra
anlatılıyor, halbuki tepesindeki vinçlerin boşa döndüğünü alenen görüyorsunuz.
Sagra da Famillia’daki kısa ziyaretin ardından bu kez
Barcelonata’ya gidip deniz kıyısından verilen kozmetik siparişlerini almak
üzere MareMagnum alışveriş merkezinin yolunu tutuyoruz ama sıcak yine bitiriyor
bizi, ayaklar iflas etmiş vaziyette, dayanamayıp çimlere atıyoruz kendimizi.
Kozmetik alışverişini de tamamladıktan sonra dünyaca ünlü 7
Portes Restaurant’ta paella yemek üzere oraya yöneliyoruz. Gerçekten son derece
profesyonel, son derece güzel bir restoran ve burada artık porsiyonları
ayarlamayı öğrenmiş insanlar olarak yiyebileceğimiz kadar paella ve şarap
eşliğinde günün yorgunluğunu atarak yemeğimizi yiyoruz.
Barcelona’da insanların çok geç yemek yediklerini illa ki
duymuşsunuzdur, bizim yemeğimizde ancak gece yarısı bitiyor zaten. La
Rambla’dan geçerek akşamı noktalıyoruz, son bir günümüz kalıyor ama aklımızda
bir sürü yapılacak şey var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder