Sabah gözümü açar açmaz elime telefonu alıyorum, ben uyurken
neler oldu diye kurcalamaya başlıyorum.
İşe geliyorum, çalışma aralarında telefonumu kurcalıyorum.
Bir yerlerde bir şeyleri beklerken telefonla oyalanıyorum.
Şarjım yeterliyse beklemek hiç sorun değil.
Eve geliyorum, uyku öncesi neler olup bitmiş telefonu
kurcalıyorum.
Dahası bir haftadan fazla süre görüşmediğimizde birbirimizi
özlediğimiz arkadaş grubumuzla bir araya geldiğimizde kafaları telefona gömmüş
buluyoruz bazen kendimizi.
Hepimizin bir oyuncağı var güzel, muhteşem. Ancak o sanal
dünyanın rüzgarına kapılıp “gerçek” olan hayattan, güzelliklerden mahrum kalmak
neden? Sosyal medyada paylaşmak için geziyor, yiyor, içiyor gibi hissediyorum
kendimi bazen. Son zamanlarda gezmeye gittiğim yerlerde fotoğraf
çektirmeyi/çekmeyi bile canım istemez oldu sırf bu yüzden. O en güzel kareyi
yakalamak için zaman kaybediyoruz, hatta bazen strese bile giriyoruz. Bu arada
anın tadını çıkarmak gibi muhteşem bir zevki çöpe attığımızı fark etmiyoruz
bile, her şeyi karelenip paylaşılacak fotoğraflar olarak görüyoruz. Elimizin
altında, her şeye bu kadar kolay ulaşınca ilgi alanlarımıza, dolayısıyla
kendimize emek harcamaya sabrımız kalmıyor, insanı git gide daha yüzeysel, her
şeyden haberdar ama hiçbir şeyden de habersiz yapıyor bu illet.
Hafta sonu sevdiğim bir arkadaşımla tam da bundan
konuşmuştuk. “İnsanı mutsuz ediyor bu” dedi. “Evde en leş halinle,
pijamalarınla otururken bir başkasının en bakımlı, en güzel halinin fotoğrafını
görüyorsun ya da evde televizyon karşısında pinekleyip sıkıntıdan patlarken
birilerinin bir yerlere gidip gezip eğlendiğini görüyorsun, kendini bomboş,
hayatı kaçırır hissediyorsun” dedi. Çok doğru bir tespit değil mi? Benim böyle
hissettiğim çok oldu, sosyal medya takipçisi herkesin de başına gelmiştir.
Sanki insanlar günün 24 saati o profildeki gibi yaşıyorlar gibi bir algı
oluşuyor. Benim de sosyal medyanın ilişkileri de bozduğu konusunda bir tezim
var. Biriyle bir şey yapıyorsun, diğeri buna bozuluyor, afra tafra yapıyor,
ilişkiyi kopma noktasına getiriyor, ihanete uğramış muamelesi yapıyor ya da ona
zaman ayırmadığında paylaştığın bir şeyden seni vuruyor.
Bir de şunlar var mesela: Geziyorsun, yiyorsun, içiyorsun
bunları da paylaşıyorsun. Eleştirmiyorum, ben de yapıyorum, seviyorum bu durumu
ama bir başkası senin bu haline uzaktan hasetle, gıptayla ya da aklına
gelmeyecek binbir türlü hissiyatla yaklaşıyor. Sen gittiğin bir yerin
fotoğrafını paylaşıyorsun, altında hiçbir beğenme, hiçbir yorum yapmıyor, sonra
seninle karşılaştığında kinayeli kinayeli “gezmeye gitmişsinnn, hayat sana
güzel maşallahhhh” diye aklınca lafı sokuyor.
“Sosyal medya çok zararlı bir şey” konulu bu yazıda nereye
geleceksin derseniz, tıpkı sağlıklı beslenme gibi son zamanların trendi bir
meseleden bahsetmek geldi içimden: “sosyal medya detoxu”. Daha çok kitap, daha
çok müzik, daha çok film, daha çok sosyal aktivite, “gerçek” olana daha
dikkatli bakmak, görmek, hissetmek gibi hayatı daha “aktif” yaşamak in, hayatı
sadece seyirci konumunda geçirdiğimiz, üretmediğimiz sosyal medyada ya da
televizyon karşısında vakit geçirmek out!
Bu nedenle ben de bugünden itibaren bir sosyal medya
detoxuna girmeye karar verdim. Telefonu kendimden mümkün mertebe uzakta
tutarak, en azından kısa bir zaman diliminde sosyal medyada dolaşıp televizyonu
olur olmaz açmayarak başlamak istiyorum. Filmler izlemek, oyunları takip etmek,
okumak, meditasyon gibi ruhuma yönelmek, hiç olmadı kendimi sokağa atıp
dışarıda akıp giden hayatı daha çok görmek, hissetmek, buna kafa yormak istiyorum.
Yılbaşı dilekleri, pazartesi başlanan diyetler gibi değil, sahiden istiyorum,
en azından kendimi ne kadar tutabiliyorum görmek için. Sosyal medyada paylaşma
olgusu olmadığından gerçekten neden keyif alıyorum iyice anlamak için. Hadi
bakalım yolum açık olsun!
*Görseller çeşitli internet sitelerinden alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder