29 Eylül 2014 Pazartesi

Sicilya'da 3. gün: Romantizm ve Taormina...

Günlerden 15 Eylül... Mr. Balmy ile aynı evde yaşamaya başlayalı 2 yıl olmuş. Bizim için bu günün anlamının yanı sıra güzel topraklarda geziyor olmamız da keyfimizi cilalıyor.


Giyinip toparlanıp kahvaltı için kendimizi son kez Catania sokaklarına atıyoruz. Prestipino'nun akşamki tatlılarından sonra kahvaltımızı yapmak için otomatik olarak oraya yöneliyoruz. Yalnızca tatlının, pizzanın, makarnanın değil kahvenin de alasını bulmak buralara yerleşme isteği uyandırıyor. Briochisini de deniyorum, paskalya çöreği tadında...


Kahvaltının ardından magnet ve hediyelik eşyaları alıp odaya dönüyoruz. Valizleri alıyoruz, evin sahipleri çıkarken anahtarı masaya bırakıp kapıyı çekip çıkabilirsiniz, demişti. Ellerimle anahtarı masaya koyuyorum. Valizlerimizle önce tren istasyonunu geçiyoruz. Yolculuk Taormina'ya... Sicilya'dan bahseden her kaynakta uzun uzun yer verilen, görülmezse olmaz yerlerin başında Taormina. Geceliği binlerce liralık oteller de var, minik pansiyonlar da. Denize girmek, gece hayatına dalmak için ideal. Moda deyişle tam bir "turist cazibe merkezi"! Catania'dan 5 euroya otobüsle ulaşmak mümkün.

Muhteşem deniz manzarasıyla geçen yolculuk da şahane. Denizi gören bir tepe üzerine kurulmuş iki kapı arasındaki bir caddeden müteşekkil aslında. Ama gerçekten anlatıldığı kadar güzel. Hotel Victoria bu cadde üzerinde. Bulmamız çok zor olmuyor. Odanın temizlenmesini beklerken Mr. Balmy bir an "ben bir aptallık yaptım... Catania'daki evin anahtarını cebimde unutmuşum..." diyor. Anlam veremiyorum. Ellerimle masanın üzerine koyduğum anahtar nasıl onun cebinde kalmış olabilir?

Kontrolden çıkıyorum, dırdır söyleniyorum. "Otel değil ki yedeği olsun, neticede adamların evinin anahtarı, mecburen götürüp vereceksin ki bu en az 4 saat sürer, nasıl böyle bir şey yaparsın" diye konuşup duruyorum. Mr. Balmy gidiyor, sinirden deliriyorum ama...

Otelin resepsiyonunda Salvadore isminde bir Sicilyalı var. Oda boşalana kadar sohbet ediyoruz. Hatta bir ara Mr. Balmy'e söylenmeme bile takılıyor. "Sicilyalı erkekler dırdırı çekmez" diyor.



Oda boşalınca hemen üzerimi değiştirip deniz moduna geçiyorum. Otelden çıktığım gibi teleferiğe. Teleferikle deniz kenarına iniyorum. Taormina'nın yukarıdan da, aşağıdan da en güzel manzaralı plajı Isola Bella'nın yolunu tutuyorum. Mendolia Beach Club'ta önce devasa bir margarita pizza ve Messina birasıyla keyif yapıyorum.







Ardından şezlong ve şemsiyeye 10 euro verip oturuyorum. Biraz kitabımı okuyup biraz denizde ferahlıyorum. Deniz gerçekten muhteşem! Akşama kadar deniz kenarında sadece Mr. Balmy'e ara ara sinirlenmenin dışında sakin bir deniz günü yapmanın tadını çıkarıyorum, üstelik günlerden pazartesiyken!

Mr. Balmy 5 gibi ancak yanımda oluyor, uzatmamaya çalışsam da hala kızgınım tüm günü yalnız geçirmek de üstüne tuz biber olmuş. Teleferikle Taormina'ya çıkıyoruz, otele gelince duşa giriyorum. Duştan çıkmamla büyük bir şok yaşıyorum.

Mr. Balmy'nin elinde Prestipino'dan alınmış, bir önceki gece yediğim tiramisudan pasta! Meğer evlilik yıldönümü pastasını almak için anahtarı unutma numarası yapmış ve önceki gece çok çok çok beğendiğim için taaa Catania'ya gidip pasta alıp gelmiş! İnanamıyorum! Bunu akıl etmesine, bu kadar ince düşünmesine! "Neticede Taormina'dan herhangi bir yerden de alabilirdin, ne gerek vardı" diyorum şaşkınlığımı atamadan "ama sen onu çok beğendin ondan" diyor... Bir kez daha iştahla tiramisuya yumuluyorum.


Hazırlanıp çıkıyoruz. Taormina'nın gündüzleri cruise gemilerinden dolayı bir hayli kalabalıkken akşamları hakikaten tatlı bir insan çoğunluğu oluyor. Messina kapısından girer girmez sola dönerseniz muhteşem manzaralı bir Yunan tiyatrosu var. Gün batımına kadar açık. Biz gün batımını yakalasak da girişleri kapatmışlar. O manzaradan denizi seyrederek günü batırma isteğimiz suya düşüyor. Tiyatronun hemen yanında ise Taormina'nın geceliği bilmem kaç bin dolarlık bir oteli var Hotel Timeo. Mr. Balmy'e "bu gün batımına çok şartlanmıştım, gel şu otelin terasına kaçak girip birkaç fotoğraf çekelim, sonra kaçarız" diyorum. İçeri girince herkes bizimle inanılmaz ilgileniyor ve kendimizi en güzel manzaralı koltuklardan birinde buluyoruz. Bir şeyler içelim diye menüyü elimize alıyoruz. Yunan tiyatrosuna giriş 18 euro iken burada bir kadeh şampanyanın en iyisi 22 euro! Hadi kutlamamızı yapalım diyoruz, şampanyaları söylüyoruz. Yanına gelen ikram tabakları asla boşalmıyor ve muhteşem bir hizmet var, üstelik canlı piyano dinletisi eşliğinde. Önce Türkiye'de bu tarz bir yerde otel müşterisi olmadan göreceğimiz muameleyi ve ödeyeceğimiz hesabı tartışıyoruz. Ardından da birlikte geçen 2 yılı değerlendiriyoruz.




Bu büyülü atmosferden ayrılmak zor olsa da günler kısıtlı olunca biraz gezip dolaşmak da lazım diyerek yeniden Taormina'nın sokaklarına atıyoruz kendimi. Messina kapısından, Catania kapısına yürüyoruz, nefis çiçekli balkonları, daracık, merdivenli ara sokakları, harika mimarili evleri, cezbedici dükkanları, davetkar yiyeceklerin olduğu tezgahları geçiyoruz. 9 April meydanında canlı müzik yapılıyor, saksafon sesinin büyüsüyle deniz manzarasına bakıyoruz, ara sokaklarında dolaşıyoruz.










Mr. Balmy acıkınca atıştırmalık bir şeyler için arancini yemeye minik bir dükkana giriyoruz. Sicilya'da en sevdiğim şeylerden biri dünyaca ünlü zincirleri değil kendi fast food dükkanlarını kurmuş olmaları...


Sokaklarda dolaşırken bazen manzarası muhteşem bir burna rastlıyoruz, bazen harika bir binaya, bazen daracık ve sevimli merdivenli bir sokağa... Herkesin ısrarla neden burayı tavsiye ettiği hemen anlaşılıyor.


Gecenin finalini Taormina'nın en ünlü gece klüplerinden Morgana'da yapıyoruz. Sicilya'nın bizim çinilerin yeşilini andıran sermaikleri çok meşhur. Birçok yerde de bu seramikleri kullanıyorlar. Morgana'da sehpalarda, duvarlarda hep bu seramikler kullanılmış ve inanılmaz güzel bir doku yaratmış. Pazartesi akşamı olmasından mıdır bilinmez epey boştu ancak pina coladasına bayıldım!




Güzel, yorucu, sürprizlerle dolu günü geç saatlerde böylece noktalamış oluyoruz. Üçüncü gün bitmesine rağmen bitmese diye hüzünleniyoruz.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Sicilya'da 2. gün: Siracusa-Catania, lezzetten ölmek...



Pazar sabahı… Kiliselerin birbiri ardına çalan çan sesleri uyandırıyor bizi. Valizden hemen kıyafet seçip kendimizi dışarıya atıyoruz. Kaldığımız cadde Via Vittorio Emmanuele. Önceki gün önünden hızla geçtiğimiz ama gözümün takılıp kaldığı dükkanlar kapalı olmasına rağmen vitrinlerine içim geçerek bakıyorum. Hatta her bir binaya, balkona!




Beş dakika sonra Piazza Duomo’dayız. Sicilya’da en çok bulacağınız dükkan pastaneler, meydanda da yan yana dizilmiş birkaç pastaneden birini seçip oturuyoruz. Birer ince dilim pizza ve paylaşmalık bir tane tatlı alıp kahvelerimizi de aldıktan sonra karnımızı pazar sabahının sakinliği ve katedral manzarası ile daha da doyuruyoruz.



Ardından meydandan kendimizi dışarı atıp surları da geçince Borselini Meydanı’ndaki otobüs duraklarında papirüsün ve Arşimed’in diyarı Siracusa’ya gitmek için hazırız.


Bir saatlik otobüs yolculuğundan sonra Siracusa’ya inip şehrin içlerine doğru yürümeye başlıyoruz. Sanırım mimariye meraklı birisi için Sicilya bir derya! Enfes tarihi taş binalar yan yana duruyor, balkonlarına halılar, çamaşırlar asılsa da aralarında dokuyu bozan bir tane yok. Catania da böyle, Siracusa da, Taormina da, Palermo da…




Yol bizi, denizin üzerindeki iki köprüye getiriyor ve asıl Siracusa’nın burada başladığını anlıyoruz. Zaten köprüde inanılmaz bir kalabalık var, kano yarışlarını izliyorlar. Yürüyerek Ortigia adasına geçiyoruz. Yine bir Roma tiyatrosu şehrin orta yerinde duruyor. Bir souvenior dükkanına girip bir harita, magnetler, kalemler ve dükkanın sahibi anne-kızdan restoran önerilerini de alıp haritayla düşüyoruz yola. 



Deniz kenarına geldiğimizde her yerde görüp durduğum ve iştahımı zirvelere çıkaran gelatodan yemek üzere liman manzaralı cafeye oturuyoruz. MrBalmy limoncellosunu yudumlarken ben gelatomu yiyorum. Sonra harita eşliğinde gezip dolaşmaya başlıyoruz.  













İlginç mimarili kalesinden sonra Piazzo Duomo’su, ara sokakları, Arşimed Meydanı, Fonte Aretusa'sı, yol üstü durakları, sanat galerileri derken sıcakta denize giren insanlara iç çekerek, “tamam yarın denizdeyiz” diye teselli buluyoruz.

Kendimizi ara sokaklara bıraktığımızda benim gezmeyi en sevdiğim dükkanlardan birinin önünde buluyoruz kendimizi. Sayısız çeşit Sicilya şarabı, ev yapımı zeytinyağı, makarna, reçel, sabun satan bir dükkan. Böyle yerlerde fotoğraf çekmek de bir keyif. Ev yapımı makarnalarda kendimizi kaybedip dört beş paketi iç ettikten sonra yeniden sokaklara vuruyoruz kendimizi.







Acıktığımızda iki lokal restoran Tavernetta ve Sicilia in Tavola'ya uğruyoruz ama fena halde pizza yemeye programlandığımızdan ve her ikisinin menüsünde pizza bulunmadığından kalkıp başka bir-iki yerde daha pizza soruyoruz ve pizza bulana kadar yola devam mottomuzla sokakları arşınlıyoruz.


Yeniden Ortigia’nın Siracusa ile birleştiği noktada kanocularla dolu cafede gölgede kalan iki sandalyede yer buluyoruz ve oturuyoruz. Nefis iki pizza ve biralarımızla karnımızı doyuruyoruz. Ardından yeniden otobüse binip Catania’ya dönüyoruz. Üzerimizi değiştirip kendimizi önce Bellini Meydanı’na atıyoruz.



Ardından Via Etnea üzerindeki Hotel Uno Palace'ın terasında Etna üzümleriyle yapılmış kırmızı şarapları başı dumanlı Etna Yanardağı'na karşı içiyoruz. 



Acıktığımızı hissetmemizle kalkıp araştırmalarımızdan gözümüze kestirdiğimiz Osteria Antica Marina isimli deniz ürünleri restoranına gidiyoruz ancak rezervasyonumuz olmayınca geri çevriliyoruz, Türk usülü "şuraya bi masa atıverseniz" ricaları da bir işe yaramıyor. Biz de hemen yanıbaşındaki restorana giriyoruz. Adını hatırlamıyorum ama deniz ürünlerini kendiniz seçip istediğiniz usülde pişirtebiliyorsunuz. Ev yapımı şarabı, muhteşem soslu midyeleri, kılıçbalığını, ahtapot ızgarasını ve karideslerini zevkten dört köşe yiyip ekmeklerine bile bayıldıktan sonra gece yarısı aklımıza tatlı yemek düşüyor birden. 





Via Etnea'daki Prestipino'ya gidiyoruz. Ben tiramisu sayıklarken Mr. Balmy sırada beklerken önümüzdeki dört-beş kişinin istediği babafarcitodan söylüyor, bir de merakımızda cannolicchio istiyoruz. Karnımız tok ama o tatlılar bizi bizden alıyor. Bir kere tiramisu benim en sevdiğim tatlıdır ve bu yediğim en güzel tiramisuydu öyle diyeyim. Babafarcito şerbetli bir hamur tatlısı ama şerbetindeki yoğun kanyak o tatlıdan beş tane yeseniz de baymıyor ve minik cannolicchio hayatımda yediğim en değişik tatlıydı!



Bu enfes tatlıların sarhoşluğuyla yine Bellini Meydanı'na gidiyoruz, cumartesi hareketliliği kalmamış ama yine de canlı. Bir süre meydanın akışına kendimizi bıraktıktan sonra evin yolunu tutuyoruz.