29 Haziran 2012 Cuma

Kapak Kızı


Bu sıralar bir sürü kitap okuyasım var. Bir sürü de almışım, başucumda onlar bana bakıyor, ben onlara bakıyorum. Buket Uzuner'in son kitabından sonra bir süre bir şey okuyamadım yine, damakta öyle güzel bir tat bırakıyor ki, başka bir şey okumak gelmiyor insanın içinden.
Aynı zevkle okuduğum bir yazar daha var: Ayfer Tunç. İlk olarak Selda sayesinde Yeşil Peri Gecesi kitabı ile tanıştım. Öyle bir akıyor ki hikaye, bir arka sayfada ne olabileceğini bile anlayamıyor insan. Daha sonra geçen yaz denize karşı şezlong üzerinde Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'ni okudum. Sıcaktan bunalmasam denize girmeden sadece kitabı okurdum, o da bir o kadar sürükleyiciydi.
Ve bu kitaptan sonra Ayfer Tunç'un diğer kitaplarını okumak farz oldu. Ben de Kapak Kızı'nı aldım ve son olarak onu okudum. Aslında Yeşil Peri Gecesi, Kapak Kızı'nın devamı gibi. Aynı karakterler var ama ben sırayı bozarak okudum.
Kitapta karlı bir kış günü Ankara'dan İstanbul'a giden bir trende yer alan değişik insanların hayatları konu ediliyor. Ortak noktaları ise kırmızı noktalı bir dergiye çıplak pozlar veren Şebnem. Selda, Ersin, Bünyamin ve onların hayatlarının kapak kızı Şebnem ile kesişen hikayesi ve kendilerini derin bir sorgulayışla yaşadıkları iç hesaplaşmalar, yine akıcı bir şekilde anlatılıyor.
Özellikle Selda ve Ersin'in dergiyi görüp yıllar öncesinde içlerine gömdükleriyle, zaaflarıyla, kendilerine bile itiraf edemedikleri gerçeklerle yüzleşmeleri ve korkaklıkları dökülüyor bir bir ortaya.
Zaman zaman insanın kendini sorgulamasına da neden oluyor.Örneğin Selda'nın hep güvenli aile ortamında, sağlamcı bir hayat sürmesine bağladığı, başta aşk olmak üzere hayattan korkaklığı uzun uzun düşündürdü beni. Yanmak gerek diyor, dibe batmayacağım diye kendini engellemek daha mutsuz ediyor insanı diyor.
Sürükleyici, etkileyici bir yaz kitabı isteyenlere tavsiye edilir.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Evlilik hazırlığı mı, evlilik sendromu mu?

Yorucu, zor ve bol stresli bir süreçten geçmekteyim. Öncelikle bu yazıdaki tereddütlerin hiçbiri canım sevgilimle ilgili değildir, bunu belirtmek isterim.

Yalnız bu iş ne menem bir şeymiş ya! Evli arkadaşlarıma diyorum ki "siz nasıl dostsunuz, insanı uyarmıyorsunuz, başına bunlar bunlar gelecek" diye. Bir de "aman da ne tatlı bir telaş" diye yorum yapanlar var ki onları ıslatıp dövmek istiyorum! Bunlar hiç tatlı telaş görmemiş. Tatlı telaş dediğin tatile gitmeden önce hissedilir mesela, sevgilin yanına gelmeden önce hissedilir, yıllarca görmediğin arkadaşlarına kavuşmadan önce hissedilir; afedersiniz köpek bağlasan durmayacak evlere emlakçılarla girip çıkıp hayal kırıklıkları yaşayarak hissedilmez! Ama tabi bunu diyenlere "tabi ya haklısınız" diyip geçmek zorundasınız.

Eve gelene kadar da çok dert var, mesela, daha önce hiç tanımadığın insanlarla aile olma durumu... 31 yıldan sonra başka birilerine anne, baba demek. İki taraf da dünya iyisi olsa yine de bir uyum sağlayamama hali mesela, kimi gözlemlesem aynı şey! Kendi annenin, babanın da tuhaflaşması, dedikodu arayan bir sürü ağız... Öööööffff:((( İnsan ilişkisi zor iş!

Düğün telaşı da ayrı bir şey. Bence aynı eve girip bir yıl yaşadıktan sonra düğün yapılmalı. Böylece hem iki stres birden olmayacak, hem de maddi açıdan risk dağıtılmış olacak. Ayrıca baktın bir yıl içinde anlaşamadın, düğünle, gelinlikle uğraşmamış olacaksın. Test sürüşü bir nevi. Ama pardon unutmuşum, evlenmeden olmazdı değil mi! Yoksa bunca ev, eşya ve ilişkilerde dengeyi kurmak arasında gelinlik bul, duvak nasıl olacak, ayakkabım, çamaşırım, fotoğrafçı, saçım nasıl olacak, makyajım nerede yapılacak, araba, çiçek çok püsür! Bir de zaten hangi gelini görsem gözünün feri kaçmış, gariplerim stresten solucana dönmüş, halkalı göz altları, asık surat, bir de üstüne 1000 kişiyle öpüş!

Neyse, ev bulmak var bir de. Bütçe kısıtı-konum ve evin içinin iyi durumda olması gibi bileşenler var ve birinden vazgeçmek hissi insanın kafasını epey karıştırıyor. Kiracı olmanın dertlerine girmeyeceğim çünkü evrenin aklına bir de bunu düşürmek istemiyorum, malum cümlesini kurduğun anda hayatına çekiyorsun bazı şeyleri. Evi bulduktan sonra mobilya işleri, beyaz eşya, eksiği bitmeyen o koca ev. Bu arada aile büyüklerini memnun etme gerginliği, sevgiliyle evlilik hazırlığı, para ve mobilya dışında başka bir muhabbetin kalmaması, zaman zaman birbirini seven insanlar olduğunu unutup iş ortaklığı gibi habire maddi konulardan konuşmak...
Öyle bir durum ki, "yok artık" dedirtse de, gelinlik provasında ya da mobilya seçerken kıyametler koparıp ayrılan çiftler varmış, Allah muhafaza diyorum. Benim en büyük şansım anlayışlı ve sakin bir nişanlımın olması, o da huysuz olsa, atla beşinci kattan!

Hatta şimdi büyük konuşmak gibi olmasın ama ikinci kez evlenenlere de evliya gözüyle bakıyorum. Çünkü bu yüzden "bir kere evlenilir" deniliyor, iki kere bu dert çekilir mi be!


Beni sadece sevgili arkadaşım Aylin uyardı, "evlenmeyin ne gerek var, gezin tozun, hayatınızı yaşayın" diye dinlemedim, şimdi de "çocuk mocuk yapma sakın" diyor, sanırım kulağıma küpe edeceğim bu kez söylediklerini. Üstelik çok sevdiği ve iki gün ayrı kalamadığı bir kocası ve dünya tatlısı bir oğlu varken! Yani öyle kendi mutsuzluğundan başkaları mutlu olmasın isteyen bir tip de değil.

Ben de dost olarak sizi uyarıyorum, illa evleneceğim diyorsanız, gidin çaktırmadan evinizi bulun, içini döşeyin, sonra tatile çıkmış gibi yurtdışına gidin, konsoloslukta evlenin, balayını da yapın gelin. Temiz temiz, oh misssss:)
Not: Fotoğraf dugunum.com'dan alınmıştır.